24 Temmuz 2011 Pazar

taam yea bırakın kolumu ben kendim gidebiliri​m...

Bi gün yolda yürüyordum. Karşıma ak sakallı bilge çıktı. Ben de hazır karşılaşmışken “pardon bakar mısınız aşkı nasıl bulurum” diye takılıyım dedim. “Şeyimin doğrultusunda git, ordan sağa sap, ana avrat dümdüz git, hemen köşede bulursun” dedi. Vaktim boldu, işsizdim. Dediğini yaptım. Buldum lan valla. Aklı başında bi hatunkişisi, hiç beyazetliçokoprens’iyle karşılaşınca “vay ağzını burnunu yirim senin, pek datlısın böbeğem” der mi? Demez. Benim sağlıksız bilinçaltı elemanım dedi. Yani o dedi, ama benim ağzımdan çıkmış oldu işte. Aslında ona da pek yüklenmemek lazım. Sebebi koparılan çiçekler…

Neyse efenim lafı fazla uzatmayım, çok yazmasın. İnsan aşık olduğu zaman, en yakın çevresindeki en az iki kişiden uzaklaşıyormuş. İsviçreli bilimavamları açıklamış, Beyoğlubilmemkaçıncınoterinihatbeyan huzurunda ben de test ettim ve bizzat onayladım. Bilinçaltımdaki elemanı bi miktar uzaklaştırmıştım kendimden. Aşka dalmıştım. Artık aramıza yastık koyup dertleşiyorduk. Bilinçaltı elemanım, benim çok değiştiğimi söylüyordu. Muju muju, açkım filan diye ağzımı büzdüre büzdüre konuşuyormuşum. Yani laf mı şimdi bu, değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir efenim. Ama anlatamıyorum ki elemana. Sevgilimin yanında tuvalete girmiyormuşum, geğirmiyormuşum, az yiyormuşum, küfür etmiyor muşum... Ne yapayım beyazetliçokoprens, küfür sevmiyor. Kahvaltıdan önce ağzına almaz küfürü. İlle bi küfüraltı atıştıracak. Yemeklerden sonra birer tane ediyor, başka da yok. Onlar da filtreli ve layt şeyler. Boka mok diyor mesela. İşte o lanet sabah, beyazetliçokoprensimaşkımsevgilimağzınıburnunuyediğim açmış gasteyi okuyor memleket halini, sinirlenmiş. Yakmış küfrün ucundan, mok demiş tai-yeap’e. Benim bilinçaltı elemanı da dellendi tabii. Durduramadım yeminlen. Boka mok denir mi lan mandagerisidürzü diye bi başladı sormayın. Polis çağıracaktım, daha hızlı geldiği için dominos pizzayı çağırdım.

Terk edildim. Ama beni seviyor beyazetliçokoprensim, eminim. Giderken dönüp dönüp öyle bi bakışı vardı ki, aşktı bu kesinlikle. Ben slovmoşın gidişini izlerken, Türkiye’deki bence en yetenekli dizi yönetmeni olan Uluç Bayraktar, “İstanbul üç gün önce” alt yazısıyla flaşbeki soktu kıçıma.

İstanbul-Üç gün önce… Beyazetliçokoprensim klozetten henüz kalkmış. Sifonu çekmeden önce klozete dönüp oraya bıraktığı barsaklarına öyle bi bakışı vardı ki anlatamam. Aşktı bu kesinlikle!
Flaşbek dönüşü... Kıvanç Tatlıtuğ, Ezel'e girdiğinden beri diziyi izlerken kaçınızın canı tost istiyor? Hayır yani bölge bölge talepleri değerlendirip ona göre bi büfe açıcam. Tost ayran satıcam… Yönetmenin bu acı hatırlatması karşısında ben anlamazdan geldim, salağa yattım efenim. Hiç tavsiye etmem, sağlıklı bi yatış şekli değil, bel fıtığı filan oluyorsunuz. Oldum valla! Yatak döşek yatıyorum haftalarca. Neyse kapı çaldı bi gün. İlk kez kalktım yatağımdan. İyileşmiştim. Bu bi mucizeydi. Gelen kesinlikle beyazetliçokoprens’im olmalıydı! Aşkın mucizesiydi bu. Tanrımhh! Gittim açtım kapıyı. Postacıydı gelen. Kapıyı iki kere çaldığı klişesine hiç girmiycem çünkü sebebi koparılan çiçekler…

Nikahına beni çağırma sevgilim. Ecdadını ırzını gelmişini geçmişini skerim senin… Beyazetliçokoprens’im evleniyordu. Davetiye yollamış utanmadan! Evleniyordu lan! Bense mektubuma şöyle taşaklı bi giriş cümlesi bulamadığım için intaar edemiyordum. Neyse ki hayvan severdim.  Kapımın önüne kedi köpek için bir kap su, penceremin önüne kuşlar için ekmek kırıntısı ve sinekler için de bir kap  "damarlarımdaki asil kan"dan koyuyordum. İntaarı beceremesem de, hayvan sever olarak çökertecektim bünyeyi.  Nikah günü gelip çattığında hala yaşıyordum. Kalktım, başladım  süslenmeye. Dudağıma jöle, saçıma fondöten, gözlerime rujumu sürdüm. Sordum sarı çiçeğe, söyle bana benden güzeli var mı bu dünyada diye. Yok lan, o öyle diildi galiba. Cevap beklemeden kaçar gibi uzaklaştım evden. o telaşla ülkücüleri ocakta unutmuşum, altı da açıktı. Dibine tutacak şimdi şerefsizler… Umursamadım yine de. Gün intikam günüydü. İlk bakkal Veysel’den başladım. Su tabancası alırken on kuruşum çıkışmayınca, çıkardım cebimden bi tane sakız verdim. Öyle ya intikam soğuk yenen… Off benim bademcikler eşek götüne döndü yine.

Gittim Beşiktaşk evlendirme dairesine. Beyazetliçokoprens geçirmiş damatlığını kıçına. Yanında mıyıl mıyıl, yüz kilo, koca götlü, memesiz, joker suratlı bi karı. Yok lan, nerde. Çok güzeldi kaltak. O ancelinaculi dudakları eşek götüne yapışasıca, gözümün önünde nasıl yapıştı beyazetlinin dudaklarına. Kikirdeyerek “fermuarın açık kalmış hayatım” dedi. İşte çanlar benim için çalmaya başlamıştı. Vakit gelmişti. Kahramanı harekete geçirecek, o son darbeyi indirmesi için mucizevi gücü yaratacak cümle buydu. “fermuarın açık kalmış hayatım” hahhaayttt. “Gelenektir" dedim. "Ölü evinin kapısı açık bırakılır” müthiş karizmatik bir bakış attım ve su tabancamla ıslatmaya başladım penolope endamlı karıyı…

Ben aslında olaysız dağılacaktım da, sebebi koparılan çiçekler. Küstüm hee. Daha da gelmem Davos’a…
Soruyorum size asıl deli, bu gömleği bana tersten giydiren değil mi?