24 Temmuz 2011 Pazar

NASIL HİSSETTİĞİMİ BİLİYORUM ANLATAMIYORUM

Bu… Sanırım “ilk terk ediliş” gibi… Bazı babalar, bazı bebelerini bir haftalıkken terk ederler. Ne anlar ki bir bebek ayrılıktan… İçiyle bildiği, içiyle sevdiği bir çift kahverengi göz silinir bebeğin gözlerinden o kadar… Sandığınızdan derindir oysa, bebeğin terk edilmek konusundaki bilgisi… Hayatının geri kalanında silinen o hayali bir yapboz gibi tamamlamak için uğraşır. Piçlere dikkat edin. Hepsinin boyundan büyük hayalleri vardır.

Bu… Sanırım “ilk çaresizlik” gibi… Anneler bebelerinin, bu dünyadan korktukları anda geri dönebilmek için cennetin sihirli anahtarıymışcasına göbeklerinde taşıdığı bağı kesip atarlar. Bahçedeki erik ağacının altına gömerler. Bundan sonrası, annenizin kutsal memelerinden ağulu bir ağrıyı emmek gibidir… Yazının sonunda beni o erik ağacının altına gömünüz…

Bu… Sanırım “ölümle ilk tanışma” gibi… Babanızın kahverengi gözleri olmasa da yapbozunuzun en büyük parçasını bulmuş, tamamlamaya çalışırken kendinizi ve artık cennete dönemeseniz de, cennet kokarken onun koynu, bıçak gibi kesilmesidir zamanın, kokuların, gündelik telaşınızın… Bazı insanlar öyle güzeldirler ki, ölümü bile muhteşem bir kostüm gibi taşırlar. En Sevdiğiniz hakkında birinin size “öldü” demesi, atılacak en büyük iftira gibidir. Bu… Bir büyük iftira karşısında onu koruyamamak gibi…

Bu… Sanırım “öldü” kelimesini ilk duyduğunuz an gibi… Gidenin gelmeyeceğini, henüz gittiğini öğrendiğiniz anda bilmek, bence tahammülü güç bir şeydir…

Bu… Sanırım işkenceye alınmak gibi. Çinliler yeni bir işkence metodu bulmuşlar da sizi denek olarak kullanıyorlar. Bacakları kıldan ince, kor halinde iğnelerden oluşan binlerce karıncanın etinizin üzerinde yavaş yavaş, tadını çıkara çıkara gezinmesi gibi… Bayıldığınızda yüzünüze püskürtülen tazyikli su gibi…

Bu… Sanırım birazdan ölmek gibi. Birazdan öleceğinizi bilmek gibi. Tepenizde Kuran okunuyor. Bakışınızı çevirdiğiniz yerde muradınız kalabilir, dökülürken dudaklarınızdan yarım kalabilir onun adı, bu son heceniz olabilir. Hayatınız değil de acılarınız film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçiyor. Bu geçit töreninde sizi en çok inciten de hayallerinizden oluşan bando mızıka takımı. Bu sanki hapishane penceresinden lunaparkı izlemek gibi… Gökyüzüsüz, kuşlarsız kalmak gibi…

Bu… Saçlarınızın bir gecede ağarması gibi… Öleceğinizi sanıyorsunuz ve bedeniniz acınızı anlıyor, duygularınıza itaat ediyor. Bu yüzden ifadeniz belirsizleşip, teniniz matlaşıyor. Yüzünüzde çizgiler beliriyor. Bedeniniz kendini ölüme hazırlıyor. Bir gecede saçları ağarmış insanlara bakın. Onlar o gece öldüler… Ben de gittim her birini, o erik ağacının altına gömdüm…

Bu... Babanızın başının olması gereken yerde duran soğuk beyaz mermere "seni hiç affetmedim" yazmak, toprağına kırılgan bir erik dalı bırakmak gibi...

...

Hepsi tamam da, gözler fena yaralıyor insanı. O gözlerin artık yabancı olduğunu bilmek…
Bir de saçlar, erkense ağarırken ağrıyor.