9 Ekim 2014 Perşembe

mutlu olmam gerek dimi abidinjimbeam

hayatımın dönüm noktası sayılabilecek bir gün, bugün. memleket yangın yeri ama kişisel tarihim için çok önemli bir gündü, bugün. ben ne yaptım. evime geldim. aldım bi kadeh bişiler, müzik, düşünceler... 

bilmiyorum ki...

yemek yemem lazım, sabahtan beri heyecandan bişi yemedim. kafa patlıycak, yazıp atmam gerek içindekileri. içmek, sarhoş olmak ve sevişmek istiyorum. başka bi planım yok bu geceye dair. son galiba iki yılda bişi oldu bana. ciddiye almam gereken kişileri kurumları yeterince ciddiye almıyorum. üzerimdeki baskıyı algılamamakla ilgili bi sorun gelişti. ya da kısaca ve basitçe umursamıyorum. hayvan  kadar kredi borcum ve sorumluluklarım var üstelik. bilmiyorum. bana yeteri kadar para verseniz, yeterince kaynağım olsa sadece gezerim. iki yıldır takıntım bu. gezesim var. memleket göresim var. keşfedesim var. ülke biralarını, ülke erkeklerini, müzelerini, filmlerini, sokaklarını... müthiş bir iştahla görmek tatmak istiyorum.  bu şehre gelip de iş güç sorumluluk üçgeninde bir hayat kurduğum yıllara geri dönme şansım olsaydı değiştirirdim pek çok şeyi. okuldan çıkar çıkmaz hatta belki okuldayken alırdım sırt çantamı düşerdim yollara. asla girmezdim bu çarka.  o zamanlar bu ihtimal aklımın ucuna bile gelmemişti. tek hayalim yazabilmekti. yazarak hayatımı idame ettirebilmek. şimdi içimde dizginlenmesi güç birşey var. hep gitmeye programlı. onun dışındaki her şey ağırlığını yoğunluğunu yitiriyor. 

ekmek yediğim sektör ne yazıktır ki ciddi kompleksleri olan egosantrik insanlarla kuşatılmış durumda. bi süredir bununla yaşamayı öğrendim. öğrenemediğim zamanlarda çok kafa göz yardım, yardırdım, perte çıkarıldım. bi süredir "idare" edebildiğimi sanıyorum. jung'un bu anlamda çok faydası oldu. anlaşamadığım uzlaşamadığım hatta uzlaşmamın mümkün olmadığı herkesi psikolojik bir vaka olarak görmeye, onun koşullarını anlamaya çalıştım. o zaman katlanılır oldu bir bazı şeyler. buna kendim de dahil. evet hepimiz travmalar ve komplekslerden mamül yaşam formlarıyız. iş ki gece başımızı yastığımıza koyduğumuzda huzurla gözlerimizi kapatabilelim. bununla ilgili herhangi bir kaygısı olmayanlar da var. bunu düşünmemiş, düşünememiş olanlar, yastıklarıyla sorunu olmayanlar... çoğunluk üstelik onlar. ama o kadar umurumda değil ki. farkındalık! farkındalık dediğimiz mefhum öyle önemli ki insanı insandan ayırmak için.

kim olduğumu biliyorum. neyi yapıp yapamayacağımı, ne istediğimi... dünyayı dolaşmak, içmek, sevişmek ve sadece yazmak. biliyorum ki yazıyor oluşum beni okudukları anlamına gelmez. ve beni okumaları benim yazar olduğum anlamına gelmez. ol sebeple hayatımın dönüm noktası olan gün, bugün ayaklarımı yerden kesmiyor. 

ve fekat borellias aurora fotoğraflarına bakmak bile bulutların üzerinde hissettiriyor. 

yine de topuklarım popoma değsin isterdim bugün. aslında bu kadar sevinemeyişime üzülüyorum...

http://www.youtube.com/watch?v=GOhLY4OmW-M

12 Eylül 2014 Cuma

"her şeye gücü yeten beni yıldırdı"

tanrı cesaretimi kırdı...

hala ve hala ve hala neden burada olduğumuzu merak etmiyoruz. niye?.. ne yaşayacak gücüm, ne de ölebilecek cesaretim var. bütün bunların bir anlamı olmalı. sürekli bunu tekrar ediyorum kendi kendime... "bi anlamı var mutlaka"

anlam yoksa...

sıçççç!

ben bilmiyorum çözemiyorum ama insan oluşumuzun, bu dünyada oluşumuzun bir sebebi olmalı. yani öyle rastgele olmamalı hiçbir şey.

allah kahretsin, neyi yaşıyoruz biz abidin? niye yaşıyoruz?


3 Eylül 2014 Çarşamba

benden bi cacık olmaz sayın seyicilerÇÇÇ

toprak hikayesi yaz dediler; zombi hikayesi yazdım. ama valla bak topraktan çıkıyodu böyle ölüler. çatışma topraktandı yani. hatta bilge zombi vardı aralarında. süper karakterdi. "topraktan geldik toprağa dönücez" filan diyodu ama... işte... olmadı :(

intikam hikayesi yaz dediler; samurayın intikamını yazdım. doğar doğmaz yoksul ailesi tarafından caponlara "besin" olarak satılan hayrettin'i lokantanın aşçısı tutsikiyandançek pişirmeye kıyamaz ve bebeği şogun tapınaklarına saklar. burada bir master tarafından eğitilen hayrettin samuray olur ve ailesinden intikamını almak için geri döner... di. kabul etmediler:(

anadolu'dan istanbul'a şarkıcı olmak için kaçan bir grup gencin hikayesini anlat. amatör müzik grubu olsun bunlar. kız kötü yola filan düşsün. oğlan mafyaya bulaşsın... kavak yellerindeki gençleri müzik grubu gibi düşün. kanal çok beğendi bu fikri. bunu yapıcaz. ama ne olur gözünü seviyim çok doğrudan anlat sevgi. dümdüz. hiç şeyapmana gerek yok yani dediler. basit basit. simpıl.  bu iyi bu kötü diye en baştan net koy... "filaşbek" olmasın filan dediler. ben de dümdüz anlattım. dümdüz deyince ne biliyim... o zaman doğrudan enstrümanlardan başlayım dedim. kız işte kavaldı. yan flüt olmak istiyodu. sevgilisi vardı bunun. köyden. bağlama. bi de kankileri vardı def. def de bağlamaya aşıktı. ama kavalkızla kardeş gibi olduklarından... neyse bunlar yeteneksizsinize çıkmak için geliyolardı buraya. kavalkız, zengin bi  kemana aşık oluyodu. kemanın babası armatör bir piyanoydu. anne çello. acayip aristokratlar böyle. ama mafya bağlantıları vardı falan filan... baba vardı. mehter davulu böyle. çok tehlikeli... senaryoyu gönderdikten sonra aramadılar. telefonlarıma dahi çıkmadılar. bi tane bi flashback sahnem vardı. ondan olmadı galiba... tüh. 

imkansız bi aşk hikayesi anlat dediler. zengin fakir ayrımı muhakkak olsun. esas kızla esas oğlanı da hep bir arada göster. bu çok önemli. 100 tane sahnen varsa 90ında bunlar bir arada olsun. üçünde birbirlerini düşünüyo olsunlar,  birinde rüyasında görsünler... hep bi arada yani hep bi arada ama asla kavuşamasınlar. seyirci bu iki oyuncuyu yan yana görmek istiyor... dediler. iyi taam dedim. yeni açılmış bi avm içindeki yürüyen merdivenleri anlattım. birbirini seven iki basamağın biri en altta biri de en üstteydi. tabii merdiven çalıştıkça hangisi altta hangi üstte değişiyor, karışıyordu ki bu da aslında iyi bişey bi ilişki tanımı için. bunların arasında kötü niyetli basamaklar da vardı. insanlar bu zavallıların üstüne basıyor, onlar sayesinde bi yerden inip bi yere çıkabiliyorlar, onlar sayesinde ilerleyebiliyorlardı... ama bu aşıklar... bu imkansız ve de sevdalı iki yürek... hiçbir yere ilerleyemiyordu. ilerliyorlarmış gibi oluyor sonra o kayış tekrar dönüyordu. sevenler kavuşamıyordu... en az üç sezonluk malzeme vardı burda. zengin fakir ayrımı da çok netti. kimi zaman beşiktaş çarşısından alınmış bir ayakkabı basıyordu üzerlerine kimi zaman mıchael kors... kenar mahalle gençleri de geliyordu oraya gezmek için jetsette... ağlaya ağlaya yazmıştım. yine olmadı:( ama bu sefer niye olmadığını biliyorum; gezi parkına yapılan avm içindeydi çünkü bu yürüyen merdiven... korktular yani. 


11 Ağustos 2014 Pazartesi

VAYYY BENİ LEYLAK KOKUSUNDAN ÇOBAN ÇEVGENİNE, ARASTADAN IRMAKLARA ÇARK ETTİREN DARGINLIK!

bir daha bana aşk, sevgi, saygı, barış, iyilik, dürüstlük, onur, ahlak, erdem, hak hukuk, eşitlik, adalet, ilahi adalet, sabır, umut, aydınlık, devrim, inanç, kul hakkı, yetim hakkı, kadın hakkı, hayvan hakkı, yaşam hakkı, ağaçlar, parklar, barajlar omurga, başkaldırı, sanat, iyi kitaplar, iyi filmler, iyi kalpli insanlar, kediler köpekler sokaklar... sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünya hakkında güzellemeler yapan olursa ağzını burnunu duvara sürtüp beynini pekmez gibi akıtıcam. orta ve işaret parmağımı gözüne sokup, aynı anda baş parmağım ve yüzük parmağımı burnuna takıcam. Serçe parmağımla da damağını cırmıklıycam! yalanmış olm işte. hepsi yalanmış. saydıklarımı ne bu ülkenin halkları seviyomuş, ne de Allah. iyiler yalnızca masallarda kazanırmış. sabır, inanç, karma tasavvuf kitaplarının tesellisiymiş. isyan devrim özgürlük, ne devrime ne de özgürlüğe ihtiyacı olmayanların teori kasmasıymış. ben bi zaten kropotkin’in prens olduğunu öğrenince şüphelendiydim de konduramadıydım, ne biliyim. keza marx. biracı şişko. koskoca kıllı kıllı adamsın, sakalından utan! dört tane içtim mi ben de filozofum ama oturup da kitap yazmıyorum diil mi?! afedersin ama yazmayacaktın hocam, kitaplara inanan çocuklar onu ekmek sanıp, umut sanıp alıyor, sonra gagaları birbirine…

biz, tek bir kitaba değil, başka türlü bir dünyanın mümkün olduğu bütün iyi kitaplara inanmıştık. Kuran hariç değil! ama kitapsızlıkmış geçer akçe... ben artık kitaplara küstüm. fransız devrimine de küstüm, che'ye de, mahir'e de... la fontaine'e de küstüm, hallac-ı mansur'a da... küstüklerimi saysam burdan mars'a yol olur da, ben cosmos'a da küstüm ulan, daha ne sayacam!


velhasılı abidinim yeni türkiye herkese hayırlı olsun. vücut sıcaklığında, dik tutup üzerine oturunuz afedersiniz!

29 Haziran 2014 Pazar

kollarındı aramızdaki en uzun mesafe


dün gece bi adaşın misafirimdi. bahçedeydik. hava serinlemişti. sırtıma bişiyler almak için içeri girdim. ben üşüdüğüme göre o da üşümüş olmalıydı. belki battaniye filan, bişiyler isteyebilirdi. seslendim. senin adınla seslendim... 


https://www.youtube.com/watch?v=NPLjgd4euEs

18 Nisan 2014 Cuma

durup kimsenin vakti yok incelikleri anlamaya...

öğreniyoruz be annem… ağzımız burnumuz kırıla döküle öğreniyoruz. benim hayattan anladığım bu. hiç bitmeyen bir öğrenme serüveni. anlayamadığım, bu öğrendiklerimizi neremize sokucaz. yüz yaşında olsan da bitmiyor öğreneceklerin, yeni doğan olsan da… sonra ölüyorsun. ee? neye yarıyor? bi de tabi niye?

bir kapı istiyorum. açayım, usulca kapatayım ve çıkıp gideyim bu kentten, bu insanlardan, bu dünyadan… güzel, oymalı, boyumla beraber kahverengi bir kapı…


28 Şubat 2014 Cuma

üfle şişir patlat

kesekağıdı gibiyim. hiçbir şey hissetmiyorum hiçbir şeye karşı. hayır yani yaş ilerledikçe insanın daha çok adapte olması lazım gelmez mi? yok abidin, yaş ilerliyor ve ben daha da yabancılaşıyor, soğuyor, uzaklaşıyorum. yaş ilerliyor ve ben daha çok inanıyorum başka bir dünyanın varlığına. olduğum yere, buraya sırf o dünya için katlanmaya çalışıyorum. katlanmaya katlanıyorum. yok. katlanamıyorum. yaş aldıkça gün aldıkça ay aldıkça daha da çileli oluyor bu serüven. sonra ben böyle işte kesekağıdı. hani pazarcı ağmet emminin gasteden yaptığı. üfleyip, şişirip patlatabilirsiniz. çok da makbule geçer.

yani ben böyle… garip. garip de değil aslında. aslında birşey değil. abi yok. hiçbir his yok. ruhum buharlaşmış sanki. yaşamımda ciddiye almam gereken bi ton mesele var. gerçekten sevilmeyi hak eden kişiler kurumlar. ben sadece duruyorum. kimseden birşey alacak ya da verecek kafada diilim. durmak da denmez ki benimkisine. tuhaf. belki tuhaf da diildir.

içiyorum danalar gibi, sevişiyorum hayvan gibi, geziyorum misler gibi… okuyorum, izliyorum. yaptığım hiçbir şey bir duygu uyandırmıyor. kalbim kırılıyor kimi zaman. ama acımıyor. kavga etmem gereken sevdiklerim var beni kırdın demem gereken. yok. dönüp arkamı susmak daha iyi geliyor. umursamamak mı bunun adı ne ben gerçekten bilmiyorum. çeviriyorum sayfayı. bembeyaz. temiz. süt. hiçbir şey eklemiyorum o boş sayfaya. ben galiba o beyaz kağıdım. keşke bi çocuk yırtıp alsa, uçak yahut gemi yapsa… inan başka şey istemiyorum abidin.

belki bu hissizlik bi kadının çağ dönümüdür, belki olması gerekendir.  belki bunun neticesinde çok başka biri olarak yoluma devam edicem. bilemiyorum ki. tek bildiğim her şey ama her şey önemini, önemsizliğini, yoğunluğunu, kıvamını, kıvamsızlığını… yitirdi.

benim gerçekten yeni bir mitolojiye ihtiyacım var. bir felsefeye, bir inanca… yoksa… bilmiyorum ki önümde kaç sene var. çok zor geçecek. bi de eski gözükaralıklar yok bünyede. pire için ev kundaklamalar, umutsuzluğa düşünce intihar teşebbüsleri, gözyaşları kahroluşlar, hayat değiştirmeler, kaçıp gitmeler… yok.

yürürken, konuşurken, susarken, dans ederken, sohbet ederken, yemek yerken, aşk yaşarken, uyumadan önce, uyanır uyanmaz, koşarken, kahkaha atarken… ben burada diilim. burada olmadığıma yemin edebilirim.   aldığım nefes formalite. gündelik akış formalite. burada diilim. burada olmadığımı hissediyorum ama neredeyim, bunu da bilmiyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=1AJl2ne0Qjs

6 Şubat 2014 Perşembe

ben sevgi yılmaz

ben sevgi yılmaz. yarak kürek bi insanım.
herkes gibi...
özel zevklerim arasında durmak vardır, böyle bildiğin mal gibi durmak.
valla budistlerin hiç gücüne gitmesin ama
gotama beni taklit ediyo öylecene durup duruuuken.
göbişini ısdırdığımın çikosu seniiii...

hayal kurarım en bi çoğundan…
çünkü benim hayatla başa çıkabilmek için hayallere ihtiyacım vardır
ve hayal dediğimiz müessese ile hayat arasında ciddi kan uyuşmazlığı...
ben bu ikisinin piçiyim.
ah!
bir de babamın…

acayip sinirlerim bozuk, öyle ki tellerine kuşlar konar.
ben kuşları ürkütmem
kedileri de…
köpekleri bi kerrre ürkütmüştüm.
havlayarak üzerimize geliyorlardı, yanımda benim eleman vardı.
eleman dediğime bakmayın. o da bi köpek kişisi.
ama "yutan eleman"tabiatına hayli uygun
-sıfır oluyor matematikte ki, matematiği de sevmem, sıfırı da.
neyse bunlar havlayarak geliyorlar. ben elimde taş varmış gibi yaptım
kolumu kaldırdım.
sadece kolumu kaldırdım.
çok korkmuştu köpekler…
sonra oturdum ağladım.

ben sevgi yılmaz. atom sayım bi kilo hıyara denk.
kullanmadığım zaman alabilirsiniz kafamı
ki genelde kullanmam, sandalyenin sırtında asılı durur hep
cemile temizlik günleri tozunu alır.
aranızda belki ihtiyaç sahibi vardır,
ya da benden daha çok yakışacak biri.
teklifsizce alabilir, karpuz gibi parçalayabilirsiniz.
siz her zaman daha iyisini bilirsiniz.

ben sevgi yılmaz. hiç de özel bi insan diilim.
beni hep özel olduğuma inandırdılar
zaman zaman ben de tutundum bu ezbere.
sonra bi gün tuvalette uyandım.
hasiktir lan, zannettiğim gibi çıkmadım iyi mi
yani bu bi insanın kavun alıp kelek çıkması kadar acı vericiydi.
ondan sonra turşumu kurdu annem.
anneler vazgeçmeyi pek beceremiyorlar…
bi de özel bi insan mışsın filan mışsın…
bunlar hep amerikanya'nın üzerimize oynadığı oyunlar.
türkiye'nin strateccciiiğk konumu itibarisiyle,
iç mihraklar, dış mikroplar, faiz lobisi homofobisi hede höde…

ben sevgi yılmaz, yalnızca kulum.
kavimlerin en lanetlisinden.
yaradılmışlar içinde en akılsız,
akılsız olduğu için de en tehlikelisinden…
Tanrı, emaneti dağlara, gökyüzüne, denizlere vermek istemiş.
hiçbiri kabul etmemiş de insan atlamış.
can emanetini, ruh emanetini…
"o hakikaten çok zalim ve çok cahildir"

üç noktaya sempatim var. ünlem'le ilgili çekincelerim…
yani nasıl desem, çok ergen bi imla kendisi.
avaaammm!
soru işaretlerini içime çekmiyorum
dudak tiryakiliği benimkisi.
özetle sorduğum sorular lafta, artık kimseyi anlamak istemiyorum.
kitaplar dahil değil.

asla edip abi gibi yazamayacağım
ursula gibi de…
yani ceyarar tolkinmişcesine dünyalar kurup
mitoloji yaratamayacaksan
çocukken yaptığımız gibi yeni bir dil oluşturamayacaksan
ne anlamı var yazmanın?

kredi taksitleri var, faturalar var, bir bazı ihtiyaçlar var.
taylır dördın gelseneeee
siksene beniii sikseneee!
aha da ünlemi gediğine kodum.

incelikler olmayacaksa, masal anlatamayacaksan
şiirsiz çekilir mi ulan hayat
bütün bunlar bir arada nasıl olacak?

ben sevgi yılmaz, bi daha dünyaya gelecek olursam,
bi daha dünyaya gelmeyeceğim.
mutsuz diilim, umutsuz da
öfkeli ya da üzgün…
hiçbirinden diilim.
dedim ya salatalıktan halliceyim.
çengelköy hıyarını da bozmuş ipnalar.

yani şimdi bahçede çimene rüzgar değiyor
palmiyenin dallarına da.
-palmiye ne gereksiz bi ağaç.
benim şimdi yoğun duygulara mı gark olmam gerekiyor
rüzgar dala değdi, yaprak kımıldadı diye?
sanat filmleri, bana bu ezayı niçün hak görüyorsunuz
niçün niçün niçün.
bu bi soru cümlesi diildi.
hayatı olduğu gibi görmek istemiyorum
öyle olsa camdan bakarım
gazete okurum
ayna tutarım ki
göz, yanıltır.
benim
yeni bir çantaya
yeni bir çift ayakkabıya
yeni bi sevgiliye
yeni bi gardroba
yahut bi tatile filan diil,
benim yeni bir dünyaya ihtiyacım var.

ben sevgi yılmaz. uçağa her bindiğimde düşmesini umarım
ıssız bi adada, onlarca kişi, hayatta kalma mücadelesi veriyorlar
sonra bi bilak sımok var, acayip gizemli şeyler oluyor…
üstad çok sağlam dizi procceelerim var.
hahahahhaaayyyt

ben sevgi yılmaz, kalbim boş bir kuyu
ve yusuf hala orada
ben bilmiyorum neden ahmet kaya
"yusuf'tan bir haber almaya geldim" dedikçe
burnumun direği sızlıyor.
ve sonra ahmet abi'ye…
annelere ve günlerin cumartesi'sine
yanıyorum.
sokak hayvanlarına
evsizlere
yüzü kirli, ayakları yalın çocuklara
kadınlara…
ve daha bissürü bişeylerrr
bişeylerrr...
duyarlılık pornosuna lüzum yok
ben kar yağdığı zaman sevinemediğim bir dünyada yaşamak istemiyorum.

selametle!




https://www.youtube.com/watch?v=16aUOSprcvc



22 Ocak 2014 Çarşamba

sustalı hafıza

durduk yere bunalıma soktum kendimi amıma koyim. ama nasıl dolup taşıyor içim, nasıl bir yumru boğazımda. sıradan hatta skimsonik bi cümle "eksik kalmış bir hikaye" yazdım kendi kendime. gece ve yağmur yağarken. kafam zibilyontrilyondu. içmişim ki pek güzeldim. içimde oynatmamam gereken bir taşı oynattım.  organlarım yer değiştirdi saçma salak bi şekilde.

hayatla arama mesafeler koyuyorum her geçen gün. tayyip'den daha fazla yol yaptım, uzaklıkları sizden öğrenicek değilim!

ne istiyorum bilmiyorum. hiç bilmiyorum…

https://www.youtube.com/watch?v=AMpGN-ccR08

21 Ocak 2014 Salı

:)

üzgünüm saf, temiz ve de masumane duygularla kız gibi, gül gibi, dantelli işlemeli sevemiyorum müdür! kirli seviyorum, sokak çocuğu gibi, icabında sert. kopilllcesine, anlatabiliyo muyum?. bundandır seni seviyorum yerine "hastayım sana"yı tercih edişim. "meftunum sana"ki,  en bi sevdiğim aşk itirafı. bana bunlarla gel. temiz gelme! 

https://www.youtube.com/watch?v=vZhIPoQ_AFw