24 Temmuz 2011 Pazar

ŞİİR OKUSAYDIN BİLİRDİN

 şevket der ki beş şehir'de sevdiği kıza "belli... senin şiir falan okuduğun yok. eğer şiir okusaydın bilirdin ki aşık adam sınanmaz" sonra silahı ağzına sokar ve tetiği çeker.

günlerdir ama uzun günlerdir ve gecelerdir bu sahneyle yaşıyorum. film yeni keşfim diil, hayır. epey oldu izleyeli, unutmuştum bile. iyi olmaya çalışırken; kitaplara filmlere şiirlere sarılıp susarken, bi sabah bu sahneyle uyandım. ve aklımdan çıkmıyor.

günlerdir ama uzun günlerdir ve gecelerdir boğazımda bir yumruyla yaşıyorum. bu daha öncekilerden şiddetli... "küle ne öğrettiyse hayat, onu öğretti bana da" ... önceden sağaltmak için kendimi, bana acı veren zehri akıtmak için yazardım. çokça yazardım durmadan usanmadan... bi gün yine yazarım. soran arkadaşlar var; içimden gelmiyor yazmak. dil sanki paramparça oldu... Hiç bir kelime, hiç bir cümle, o en sevdiğim noktalama işareti; üç nokta... ama hiç biri "iyileştirici" diil artık. rahatsız etmek için yazdım, gülmek için yazdım, kanatmak için yazdım ama hep kendim içindi kurduğum cümleler. şifa niyetineydi... uzun süreli ilaç tedavilerinde olur ya hani. bi zaman sonra ilaca karşı toleransınız yükselir ve o artık etki etmez size. şu sıralar "yazmak" benim için yapması gerekeni yapamaz hale gelmiş bi etkisiz kocakarıilacı... ve hatta dil, ve hatta en kutsal sözcüğüm "anne",  sonra..  "kızım", "kardeşim"... "kahverengi" ve son ki "erik"...

şimdi ben giderim gitmesine de, erik dalları mayısta tomurcuklanıyormuş... Ben giderim gitmesine de... ama erik tomurcukları da gelsin benimle.

tanrıya ne zaman sığınırız, biliyor musunuz? parmak çocuksanız ya da devler ülkesinde kaybolmuşsanız... korkmadan önce geçiriyorsunuz aklınızdan "acaba ben çok yakından baktığım için mi herşey bu kadar koskocaman ve üpürkütücü" sonra aranıza mesafe koymayı deniyorsunuz. geriye doğru tek bir adım attığınızda duvara yapışıyorsunuz. olduğunuz yere çöküp ibrahimi anıyorsunuz ilkin, sonra nuhu, sonra kızıldenizi yaran musayı, eyüpü, hira dağında muhammedi... Kenzü'l Arş!.. tanrıya, mucize beklerken sığınıyorsunuz. "o sizi sever", biliyorsunuz. "o sizin incinmenize müsaade etmez."

incinmemenizin tek şartı, sizi yanına alması... O, sizi bekleyen "sevgili"dir... O, en güzel kavuşma biçimidir... ana koynu gibidir O'nun şefkati... O, sizi incitmez... O, sizi hep sever... O, sizi incitmez... O, sizi hep sever... O sizin, citmez... Citmez kalkmaz bir Allah... Ama penum her sevduğum illa ki cider... çokşükürallah...

Tanrı olmadığı için sevdik onları bu kadar; kardeşi, dostu, sevgiliyi... Kendimizi ifade edebilecek kadar arapçamız yoktu, şiir okuduk, şarkı söyledik dua niyetine... Kelime-i şahadeti aksanlı söyleyince "seni seviyorum" olarak çıktı ağzımızdan... aşık olmaklı cümlelerin her biri imanın altı şartından yedincisiydi... Tanrı var lan... Tanrı var... Üstelik çok da reformist. Ve Arapça zorunluluğu yok, katına kabul  için...

Tanrı olmadığı için oldu tüm bu olanlar, kırıldı kalbim bu kadar... Tanrı olmadığı için sevdik onları bu kadar... Tanrı var!.. Sikmişim diyalektik materyalizmini... küfre girdi diil mi, bi ara eylem yapıp  tövbe ederim, kaza niyetine bildiri de dağıtırım en izm beni bağışlasın diye... Ama şimdi... baharı toplayın benim için.

http://www.tezzat.com/2010/08/13/asik-adam-sinanmaz-bes-sehir-filmi-onur-unlu-hq/

onur ünlü'yü takip edin deyyuslar.