30 Mayıs 2012 Çarşamba

bu da böyle bi anımdır madem

Ayşegül'ün memeleri vardır. hem de iki tane. koskocamandır onlar. Ayşegül'ün poposu vardır. kaç tane olduğunu hiç bi zaman sayamamışımdır. çünkü daha 10a kadar sayabilebiliyorum ben. ama Ayşegül'ün poposu koooskocamandır. Herkes onunla şişko şişko diye alay eder. biz de gider onların evlerinin önünden terliklerini ayakkabılarını çalar, çöpe atarız. zillerine basıp, ayakkabılarını çöpe attığımızı söyler kaçarız. sonra onlar ağlayarak ayakkabılarını ararlar çöp kutularının içinde. biz de Ayşegül'le karşılarına geçip "çöpçü çöpçüüüü" diye alay ederiz onlarla.

Ayşegül'le görüşmemi istemez anneannem. beslenmemi, meyvemi, çikolatamı ona verdiğim için, zayıf kalıyormuşum ben. Yiyceksen evde ye, öyle çık der. Ayşegül'ün annesi hep patates kavurur. Ve Ayşegül patatesi hiç sevmez. Bence kavrulmuş patatesi kimse sevmemelidir. Ama ben de anneannemin bana yedirmeye çalıştığı şeyleri sevmem. eti sevmem, sütü sevmem, peyniri sevmem, mantıyı, köfteyi sevmem. pırasadan nefret ederim. ben sadece erik severim. bir de çağla bir de fıstıklı tombi... çikolata da sevmem hiç. ama bir kere tam hoby çikolatasını sevmek üzereydim ki Ayşegül onu yemişti. Dudağıma sürüyordum çikolatayı. çok güzel oluyordu öyle. Ayşegül'e de verdim, sürsün diye. Parktaydık. aldı. yedi hepsini. kızmıştım. ilk kez şişko demiştim ona... Birşey dememişti. Sonra da tahteravalliye binmiştik.

Bugün, sanki böyle bir tahteravalliye binmişim de, karşımda şişko Ayşegül oturmuş
gibi hissediyorum. Başlangıçta güzeldi. Uçuşuyor, süzülüyordum. ayaklarım yerden kesilmiş gibiydi. Sonra onun tüm ağırlığıyla karşımda sadece durduğunu fark ettim. taş gibi, kaya gibi duruyordu öylece. Boşlukta asılı kalmıştım. Tahteravallinin tepesinde unutulmuş bir çocuk, dinden çıkmadan araf'ı deneyimlemiş bir çocuktur. buna inanmalısınız. Ayşegül'ün bana şişko dedim diye kızdığı için, tahteravalliden kalkmadığını, beni havada bıraktığını anladığımda korkmuştum ama ona korktuğumu belli etmeyecek kadar gururlu bir çocuktum. o zamanlar tabii. ben şimdi korktuğumu daha en başından söylüyorum ve biliyorum ki bu beni daha da savunmasız bırakıyor... "nasıl olsa acıkıcaksın" demiştim o gün orada Ayşegül'e. Umut, bazen her şeyi çok zorlaştırıyor. “nasıl olsa acıkıcaksın, kalkıcaksın oradan” Bu onu daha çok kızdırmış olmalı ki, çok hızlı kalktı tahteravalliden. Öyle ki ben çok sert düştüm. yetmezmiş gibi oturak kısmı suratıma çarptı, kaşım yarıldı... Ayşegül o günden sonra günlerce yemek yemedi. Bense beslenme çantamı, anneannemin bana zorla yedirmeye kalkıştığı tüm o iğrenç şeyleri verebileceğim yeni bir arkadaş arayışına giriştim. kedi ve köpeklerle dostluğum o zaman başladı. İyi bir çocuk değildim bu kesin.

Ben bugün sanki böyle bir tahteravalliye binmişim de, karşımda şişko Ayşegül oturmuş
gibi hissediyorum. Aşk biriktirdim tahteravallinin öbür ucunda oturan birine. O bütün ağırlığıyla taş gibi, kaya gibi oturmuştu aslında göğsümün üstüne. Uçuştuğumu süzüldüğümü sandım. Yanılmışım demem gerekiyor mu burada?.. bana bulutları değil, araf verdiğini anladığımda kemiklerim kırılasıya çakıldım yere. Her tarafım yara bere içinde.

"yıktın viran ettin ömrüm sarayın, sen onun bir taşını örebilmezsin" http://www.youtube.com/watch?v=KlEpnlLeVfI




29 Mayıs 2012 Salı

halden anlamayan plastiğe aşina olmasak da plastik dediğin binlerce yıl öylece kalır doğada, ne çıkar unutsan da


SEN…

Sayende anlıyorum, niçin inanmadığımı bu çağa.
Ben seni hiç ekmeğini bölüşürken görmedimdi.
Ben seni kalbini bölüşürken de görmedimdi.
İnsan umutsuzluğa kapıldı mıydı, buna bir çare düşünmeli.
Ben seni hiç çaresiz görmedimdi.

Ben rüzgarı teninde hiç görmedimdi.
Seni titrerken, savrulurken…
Yaprak dökerken ya da ilkbahar değmişken dallarına…

Ben senin bir yolu yürürken ki zarafetini görmedimdi.
Ne de uzun bir yolu adımlarken seni…
Ben senin omzunda hiç, bir dostun gözyaşını görmedimdi.
Ben seni hiç, hayal kurarken, bir düşten uyanırken…
Görmedimdi. Uzaklara dalmışken…
Ben seni, şiir okurken hiç görmedimdi…
Şiire, tanrıya, aşka, insana…
İstersen şu kozasından çıkıp, kanat çırpan kelebeğe…
Ama bir şeye…
Ben seni hiç, inanırken görmedimdi…

Yapma çiçeklere benziyorsun, hiç solmayacakmış gibi.
Ama gerçek olmadığın, her halinden belli.
Derler ki rüzgar, kokuları taşımak için eser.
Ve anlıyorum işte şimdi, rüzgarın niçin tenine değmediğini.
Plastiksin, plastiksen, plastik…


VE BEN…

Hiçbir şeyin, hiçbir şeyliği kadar birşeyim ben de. Hiç kimsenin okumadığı kitapları okur, hiç kimsenin izlemediği filmleri izler, hiç kimsenin söylemediği şarkıları söylerim. Hep geç kalma hali buruşur yüzümde, yaşlanırım. Unutulurum ben böylece, bir bankta oturmuş, ölmeyi dahi unutmuş alzeihmerlı gibi. Bankın önünde denizler vardır. Ardında parklar… Deniz kıyıyı ittikçe kendinden uzağa –bu sesi biliyor olmalısınız, unutmak ve hatırlamak arasındaki ince çizginin sesidir köpük köpük kıyıya vuran- ben saatlerce denizin kıyıdan, kıyının denizden alıp götürdüklerine bakarım. Ve böylelikle ben bir kez daha, bu kentten dışarı akan bütün trenlere geç kalırım. Oturduğum banka, erik ağacının gölgesi düşer. Dallarında serçeler vardır. Ki benim yaşamamda her zaman bir erik ağacı ve bir erik ağacının bütün o lunaparklara gidip, dönmedolaplara binmeye benzeyen şenlikli sızısı bulunur. Benim yaşamamda her zaman biraz serçeler vardır, yorulur, vurulur onlar. Serçeler ve erik ağaçlarını bir imza gibi taşırım tüm yazılarımda. Saatlerce baktığım olur uzaklara… boş bir kağıda günlerce… ülke değiştiren bütün mültecilere geç kalırım, böylece. Yıllarca bir aşka baktığım olur. Hayata geç kalırım, bu yüzden de. Ne çıkar. Ölecek yaştayız her zaman, hepimiz de. Ama ben daha balıklara rakı içirecektim, kuş besteleyecektim telgraf tellerinde, hayatımın geri kalanına frambuazlı pasta olarak devam edecektim der, kendime acır, kendime acıdığım için yine kendime kızıp, azar yemiş bir çocuğun ağlaması gerektiği kadar ağlarım, sonra. Ağlamak ki yağmura bakmasıdır gözlerimin… Ben böyle bakmaktan bakmaktan ve geç kalmaktan hep, yeni bir varoluş biçimi geliştiririm, kimseyi ilgilendirmeyen. Serçeler aniden kanatlanır, eriğin dallarından. Bir onlar sanki, bir onlar somutlar, unutulmuşluğumu dünyadan… Ve bir unutulmuşun hafızası yoktur.

Hiç hatırlamayacak olmam seni
Üzmüyorsa artık beni
Bu son satır, fazladan yazılmış demektir.

-ama sen hala bir şiirsin ve ben hala pusula iğnesi titreyen düz bir yazı


bu da böyle bi ZİYanımdır edip abim, güzel abim bir mendil niye kanar?


Yolun açık olsun…
Ben bunu ilk kez yürekten söyledim.
Ve ben bunu ilk kez böyle yürekten söyleyince;
“yolun açık olsun”
Bir dua niteliği kazandı.
Kalbim barıştı seninle böylece
Herkes ettiğini bulur;
ben de, sen de…
Bu hep böyle.

Ne çıkar ben bir kapıyı açsam…
Açmasam ne çıkar?.. Çarpıp gitsem?
Ardındaki odalar çoktan yitmiş,
Kapılar yansa, ne çıkar…  

Benim şu hayatta yaptığım en iyi ikinci iş;
-ki beni bilirsin kendimle ilgili çok hoş düşüncelerim yoktur
benim şu hayatta yaptığım en akıllıca iş;
Oltamın ucuna, uçurtma takıp
Gökyüzü avlamaktır.

Benim şu hayatta yaptığım en iyi sonuncu iş;
Kafamı duvarlara çarpıp çarpıp,
nihayet anlamaktır.
Diyeceğim o ki;
Kan revan bir ahmaklıktır…
Benim şu hayatta yaptığım en iyi üçüncü iş.

Ne çıkar sarsan yaramı ?
Sarmasan, öldürsen ne çıkar…
Ben çoktan tükürmüşüm ciğerimi.
Nefes olsan, ne çıkar…

Benim şu hayatta yaptığım en berbat doksansekizinci iş;
Almak seni. Çoğaltmak. Kendime katmaktır…
Benim şu hayatta yaptığım en berbat doksandokuzuncu iş;
Tutup seni düşlerime yakıştırmaktır…

Ne çıkar rüyalarıma girsen?..
Rüyalarımdan gitsen ne çıkar?
Ben çoktan ağlamışım gözlerimi…
-görmüyorum artık seni
Sen var olsan ne çıkar, olmasan ne çıkar.

http://www.youtube.com/watch?v=zPJA7Dy7eKY&feature=related


















dilli kaşarlı

beynimi sikiyim ben o kadar bok boğaz değilim, demek istiyorum. demek istiyorum ki ben bok boğaz değilim, beynimi sikiyim. beynimi sikiyim demek istiyorum. ben dil yemem lan!

sabah kalktım verdim siparişi. geldi. yerken dilli kaşarlı ya tostumuzun adı. içindekinin gerçekten dil olma ihtimali geldi aklıma. yok canım dedim. yine kendi kendimi tiksindiriyorum. bi ısırık daha aldım. bi fırt da portakal suyumdan. kurtlandım ama. du ben bunu bi gogıla sorayım dedim. sordum sarı çiçeğe... dil imiş o. midem ağzıma geldi. ne biliyim ben gerçekten dil koyulabiliceğini. tostun içinde dilin ne işi var laaaan. dil peyniri var mesela. o dilden yapılmıyor. normal sütten yapılıyor işte. bunun da öyle olabiliceğini düşünmüştüm. jambonumsu fümemsi bi et dilimidir sanıyodum tosta koyduklarını. kumru gerçek kumrudan mı yapılıyor mesela... Keza yengen?.. Hanım göbeği, vezir parmağı, dilber dudağı... sütlü nuriye? örnekleri çoğaltmak mümkün yani. neden bu dil olayını ciddiye alıyosunuz marmaris büfe ya? ironiden mecazdan hiç mi haberiniz yok sizin kuzum?

üstelik ben bunu son bir ayda keşfettim ve dört beş kere yemişimdir. bi de mal mal, afiyetle yedim lan... ögh!

geviş getiren bi inek suratı geliyor gözümün önüne ha bire. şimdilik möölemiyor. hay beynimi sikiyim ya. bayılazaaaaaaaaammm...

27 Mayıs 2012 Pazar

akşam olunca fena arabesk bi bünyeyim bazı bazı

bir avuntu arıyorum kendime. nasıl ne gibi. desem ki sözler vardı. biriyle vurdular beni. ben kimim ki, şarkı söylüyorum bazı bazı. bir hastanın kendini ansızın iyi sanması gibi.

"akşam olur yarelerim sızılar" ...

uyunmuyor... uyutmuyor... çıkmıyor candan acısı...

kan tükürmek gibidir artık adını anmak. başka büyük günah bilmiyorum, seni düşünmek kadar. ne yüzün ne sesin bundan böyle. bundan böyle benim bu kalbim, mezar taşın olur ancak senin.

http://www.youtube.com/watch?v=-uxSwuwadwM

47. saat...

en son cuma sabahı uyumuştum. 3-4 saat... en az 12 saatim daha var kendi rekorumu kırmak için. tek öğün yemek. zaten uykusuzluk iştahsızlığı da beraberinde getiriyor. kola kahve tütün ve pharmaton dışında bişiy almıyorum. aralıksız yazıyorum. yarın evden çıkmak zorunda kalmazsam, devam edicem. bunun sonunu görmek istiyorum. biraz bacaklarım şişti. bir de boyun ağrısı var. az önce yazarken beynimin aslında uyuduğunu fark ettim. gözlerim açık, sanki otomatik pilotta gibi yazıyordum ve rüya gördüm o arada. köpeğimi gördüm. çok yüksek çok eski ve tapınak gibi bir bina vardı taştan. merdivenleri vardı. tavanı yoktu galiba. oradaydık köpeğim ve ben. konu neydi bilmiyorum...

sınırlarımı yokluyorum, zorluyorum. açıkçası gözlerim akıncaya, kalbim duruncaya kadar bunu yapabilmeyi istiyorum. en sona geldiğimde cümle ne olucak, deli gibi merak ediyorum. şu an yazdığım herşey çok sağlıklı ve akla uygun ilerliyor çünki. tanrı, bana sonuna kadar gidebilmem için izin ver. sadece fiziksel direnç istiyorum senden. insan hiç uyumadan neyi nasıl anlatır, tükenirken kalemin sahibi, yazı nasıl bir hal alır, neye dönüşür anlamama yardım et.

tabula rasa


Önce başını kesiyorlar, sonra kesilen başı eziyorlar. Ezdikleri başa su veriyorlar ve en sonra da kor ateşe atıyorlar… Buğday başaklarından bahsediyorum. Ekmek böyle yapılıyor Abidin. Yok yahu sarhoş diilim. Gram içmedim kaç gündür. Hem ben sarhoş olduğumda üzüm daha yaratılmamıştı bile. İnsan birini öldürmek için sürekli yeni silahlar bulabilicek kadar gelişime açık bir canlı ya, dedim ki kendi kendime. Şahin biraz bu meseleye kafa yorsun. Tabii Şahin gıyabında kafa yoran ben oluyorum burada. Düşünürken düşünürken kusursuz cinayetin formülünü bile buldum. Birinin yaşam sevincini elinden almak… Kusursuz cinayet budur. Cesedi teşhis eden bile çıkmaz. Hiçbir adli tıp teknolojisi faili bulamaz. İşe yaramaz. Ne CSI Newyork… Ne Behzat Ç… Neyse işte. Şahin’ de umutsuz bir zamanındaydı. Artık kendini ifade edebilmek için yeni yollar arıyordu, sanatında. Onun sanatı öldürmek. Ben de eline bir orak verdim. Onu kullanarak işleyecekti cinayetlerini. Orakla cinayet nasıl olur derken, biçilen başak tarlaları geldi aklıma. Ve ekmeğin yapım süreci, derken de olaylar gelişti işte… Şimdi bu fikre nereden baktığın çok önemli. Soframıza gelen nimette bile feci bir şiddet var da diyebilirsin. Şahsi algılayıp ham idim piştim yandım elhamdülillah’a da bağlayabilirsin olayı. Ben her ikisine de eşit derecede uzağım. Anlamsızlıktan geberinceye kadar, birbirine zıt tüm anlamları bir arada kullanmak istiyorum.

Uykusuzluk kafası bu bendeki. Kendi kendime asit salgılıyor, parçalarımı yakıyorum. “anlam”lara ettiğimin aynını ediyorum aslında. Yine kendime. Değil mi ki sevda sahrasında mecnun olmayanlar mecnunmuş gibi yapıp, Leyla’yı çağırdılar, çölü incittiler… Ve bunda hiçbir beis görmediler. İnsanı, gözünün gördüğünden, kulağının duyduğundan, dilinin söylediğinden bile şüpheye düşürdüler. Aklanmak, temizlenmek gerek. Sıfırla çarpıp yok etmek gerek şimdi tüm anlamları, renkleri, gözleri, düşleri… işte şu kırgınlığı boyundan büyük yazıyı hatta. Herşeyi! Ekmek böyle yapılıyor…





26 Mayıs 2012 Cumartesi

ve bi açıklama yapmam gerekiyor

twitter ve facebook'ta benim blogumdan çok fazla alıntı dönmeye başladı. kaynak belirtildiği sürece sorun yok ama bazı arkadaşlar bayağı bi üstüne yatıyor yazdıklarımın. kendi cümleleriymiş gibi yaşıyorlar. hadi bu da sorun diil, onu takip edicek diilim. ama ben buraya yazdıklarımı, zaman zaman senaryolarımda da kullanıyorum. yayından önce sosyal paylaşım sitelerinde cümlelerimin dönmesi hoşuma gitmez. bu yüzden son zamanlarda yazı ekledikten sonra blogu kapatıyorum. üyelere zaten mail olarak da ulaşıyor o çok muhteşem skimsonik yazılarım.

aranızdan bazılarına artık mail de gelmiycek. önceden bloguma üye olun diye ölüyodum, şimdi götüm kaktı ehue. üye ayıklıycam. gidenler selametle...
kalanlarla yola devam.

cu beybiler

22 Mayıs 2012 Salı

kendime dothraki'yim ben doğuştan

Khal Drogo izliyip "yanacaksan böylesine yan kızım" demek kendi kendime, bir nevi mantradır. abi bildiğin taşşş. Kendisi tanrının bitirme tezi olup, feci rol kesen bir davut heykelidir. Efenim o beline kadar uzanan sekiz on boğumlu saçları, şimdiye kadar hiç yenilmediğinin işaretidir.

http://www.youtube.com/watch?v=0HqdSjdtPAQ

erkeğim benim. modern hayatı tamamen ardımda bırakıp, kabilene gelirim. biraz zorlarsam ben de ejderha doğurabilirim. valla. var içimde öyle bi potansiyel, hissediyorum. tek sıkıntı çiğ çiğ at kalbi yiyemeyebilirim. pişirsen de yemem ama yemiş kadar olurum khal. ben buğday başak taneleriyle idare ederim yani. doyarım onlarla. gözünün içine bakarak sevişirim. efendime söyleyim atarlıyım. senden başka kimseye eyvallahım olmaz. at kalbi yemek hariç, tam istediğin modelim.  düşünsene minik minik ejderhalarımız böyle, babası. Lannister'lerin etiyle beslerim ben onları. hiç acaba da demem, insan değil çünki onlar. yatacak yerleri yok... ayrıyeten khalım; güneşim ve yıldızlarım, canımmm ben de ingilizce bilmiyorum. ne çok ortak noktamız var, görüyo musun? vahşiyim ben de bebeğim, vandalım. al beni khaleesi'n yap. yemin ederim çok ilkelim yea.
Khal drogo'm; dünyanın üzerine oturan aygırım, sen bu teklifimi bi düşün derim. unutmadan orak çekiç balta filan en sevdiğim aksesuvarlardır. kendine çok iyi bakıyossuuun öpüyossuuun.
cu beybe!

seni sevmeyi sevmiyorum

gerçekten. hatta seni sevmekten nefret ediyorum. seni içimden atmak için herşeyi ama herşeyi yaparım. birazdan bileklerimi kesicem ve sen artık benim için ölü bir adam olucaksın...



http://www.youtube.com/watch?v=FoYubbeAGt0

20 Mayıs 2012 Pazar

HÜZÜN GÜZELDİR JÜL


İnsana aslında kendisinin ne kadar da değersiz olduğunu anlama lüksü verir. Yaşamı, yaşamla ilgili tüm o dayatmaların şişirilmiş birer balondan ibaret olduğunu görebilen gözler verir sahibine. Hüzün iyidir, Jül. Derinleştirir, içe dönme fırsatı tanır insana. Ruhumuz iki büklüm olur kederden, cenin gibi. İnsan doğmadan evvel “vav” biçimindedir, biliyosun. Hüzün insana ana rahmine dönme şansı verir. Bir farkla. Orası artık yeniden doğacağımız yer değil, kendimizi tamamlayacağımız, “ol”acağımız yerdir.


Sağdan soldan edindiğimiz yaralarla, bulup buluşturduklarımızla parçalarımızı bir araya getiriyor, tamamlanıyoruz. Eksik geldik, geldiğimiz gibi gidecek değiliz ya. Öylesi bir hayat hem çok sıkıcı, hem genetiği değiştirilmiş hıyar gibi olmaz mıydı. İnsan bu dünyadan giderken birkaç afili yaraya sahip olmalı., öyle değil mi?.. Bizi kederlere gark eden kişi ya da olaylar, inan bana hüznümüzle tanışmamız, onun elinden tutmamız için birer vesile sadece.  Dolayısıyla hiç kimseye, hiçbir şeye kırılmamalı. Karşımızdaki insanlar, hislerini ayırt edebilecek ve bu hislerine sahip çıkıp çıkmama kararı verebilicek yaşta insanlar.  Sen birini beklerken, o bunu bildiği halde hala gelmiyorsa Jül, bu onun ne istediğini bilen bir insan olduğunu gösterir.


Ben bazen kederimi tanımlayabilmek için “Kerbela” sözcüğünü kullanırdım. Dün seninle konuşurken ve bugün, Fuzuli’nin, Kerbela olayını anlattığı mesnevisinin adının “saadete ermişlerin bahçesi” olduğunu hatırladım. Tezatlık mı? Değil. Kişinin kerbelası, saadetidir aslında Jül. Sabret!


http://www.youtube.com/watch?v=kX4-OMWCdCc

14 Mayıs 2012 Pazartesi

yaşadıklarımdan öğrendiğim bişiyler oluyo benim de tabi

mevsimin ilk sivrisineğini az evvel öldürdüm. ama böyle bi kötü hissettim. yoğ yoğ abidin, hayvanseverlikten diil. Yani terliğimle yapıştırdığım aşağılık kan emiciyi, peçeteyle kazırken zeminden, insanlığımdan soğudum bi. düşünsene insan nesli tükense bile ekolojik sisteme bişiy olmuyor, düzelir bile hatta. ama sivrilerin nesli bi tükenirse sistem sıçtı. bildiğin doğanın dengesi sarsılıyo. bi de neymiş efenim insan en gelişmiş canlıymış da düşünen hayvanmış da. bunu da diyen bi insan neticede. sırf bu yüzden bile, güvenilirliği tartışmaya açık. hem ben hiç "bu insanlara da çok imreniyorum vay argadaş ya, adamlar en gelişmiş canlı, besin zincirinin en üstündeler. on numara valla" diyen bi sivri, bi kurbağa ne biliyim herhangi bi memeli görmedim duymadım. ama şimdi haksızlık etmeyim. dilimizi bilmiyolar o yüzden de diyemiyo olabilirler yani. diyelim ki dediler, bayağı da arkasındalar mevzunun. yine de gelişmişlik, besin zinciri filan karışık mevzular. misal ormanda bi ayıyla karşı karşıya geldiğim zaman zincirin en üst halkası bence ayıdır. keza jaws, orca... Off çok değişken hayat. Sabit değerler yok aslında, hiç. bağlanmamak lazım fikre, kişiye, hayale...

Diyelim bi ayıyla burun buruna geldim.  "aa kış gelmiş. siz iyisi mi beni yemeyip yanımda yatın, daha lezzetli oluyorum ben baharda" diye bi şansımı denesem böyle saygılı saygılı. beni dinleyeceğini sanmıyorum.  Ayılar da  tıpkı sivriler, kurbağalar ve katil balinalar gibi dilimizi bilmiyorlar.  Demek ki abidin, lisan bilmek çok önemli!

ama bir sivriyle karşı karşıya geldiğim zaman bebeğim, allahtan dilimizi bilmiyorlar diyorum. Benimle konuşan bir sivri, akıl sağlığım için pek hoş olmazdı.  Yanisi abidin, herkesle aynı lisanı konuşmak zorunda diiliz. Gerek de yok. Yaaa işte böyle. Neemiş neemiş. Allah kimseye taşıyamayacağı yükü vermezmiş, aminmiş.

13 Mayıs 2012 Pazar

canım biriciğim, iyi ki kavuşmuşuz

sana bi sır veriyim mi? annemizi kendimiz seçiyor muşuz. bu dünyanın kapısından içeri adım atmadan evvel, minik bir öpücük konduruyormuşuz seçtiğimiz meleğin dudaklarına. kavlimiz varmış, annemizle kalubeladan beri.  sonra o melek yeryüzüne iniyormuş ve zamanı gelince bir doğumla, vuslata eriyormuşuz. tevekkeli sana bakıp bakıp bu kadın niye bu kadar güzel, diyordum. melekmişsin esasen. herkesin en güzelini seçtiği meleklermiş anneler. sırtınızdaki yük, kimilerinin kamburu kanatlarınızı saklamak içinmiş. boşuna diilmiş, romatizmadan, sırt ağrılarından şikayetçi olmanız...

ihtimal dudaklarına "annem" olduğunu mühürlediğim o evvel günden, rahmine düşüp de kavuşuncaya kadar bi miktar hasretlik çektim. belki tüm ömrümce çektiğim adını bir türlü koyamadığım özlem de, o güne dahildir, kimbilir...

canım biriciğim, iyi ki kavuşmuşuz!

http://www.youtube.com/watch?v=LFBpREV40so

11 Mayıs 2012 Cuma

iyi oldu fotoğrafın, nasıl da özlemişim gözlerini


Açtım fotoğrafını karşıma. Bir kadehte rakı aldım. Buz koyarken rakıya, tam buzdolabının önündeyim o sıra. Keşke dedim. Keşke şimdi ona hazırlıyor olsaydım bu kadehi. Kavun da keserdim yanına, Biraz da peynir. Gülümsedim öyle kendi kendime. Çıktım sonra mutfaktan. “ayakkabılarını kapımın önünde görmek istiyorum” dizeleri geldi aklıma, salona geçerken. canım sıkıldı. Zeki Müren’i açtım. Rakım, karşımda fotoğrafın. Uzun uzun susuyoruz seninle şimdi, bu gece karşılıklı…

http://www.youtube.com/watch?v=WdLCfqPQsmk

10 Mayıs 2012 Perşembe

kim attıysa uykularımı o façalı kedinin önüne ciğer niyetine, ben onun ta amına koyiim


VE BÖYLECE BEN, ATEŞ DENİZLERİNDE MUMDAN GEMİLER YÜZDÜRMEKTE USTALAŞIYORSAM, NE FARKIM VAR DON KİŞOT’TAN?

aşka benzer bütün sözcükleri namluya sürerek de intihar edebilir insan.
bunu kendimden biliyorum. fakat ölümün bile bir vaadi vardır; kurtuluş, son vermek acıya, ağrıya, tiksintiye ve daha nicesine… Cennet ve tanrı umudunu bağrında taşır, o hep kaçtığımız ölüm bey arkadaşımız.

Şimdi sevdiğim diyeceklerimi iyi belle; 
Yanmaktan korksaydım senin gözlerine bakmazdım. Yaz olur mu, bunu bir kenara.
Ve cehennemin çapı, benim sana yandığım kadardır. Ulema da yazsın bunu bir kenara!
Ben anka kuşu değilim, kendimi  defalarca kerre külümden yaratamam.
Bunu da aynen böyle bildirin anneme!

Sonunu bilmediğim iki kelimelik bir masaldır; “seni seviyorum”
Fakat sevgilim
-Bu boktan yazının tam da bu satırında sana sevgilim diyebilirim.
Seni umutsuzca değil, ancak umutla sevebilirim! Bunu da aynen ben yazdım koydum, bir kenara...

sabah sabah yıkışkan


ah be plastiği bozuk dünya
darağacı suratlı insanlar
kuruttunuz içimde yeşile çalan ne varsa...

benim şimdi biraz hayatı, su katıp seyreltmem gerek
yüzünüzü ait olduğu aynalara yakıştırabilmek için
taş gibi katı, taş gibi soğuk, taş gibi aldırışsızsınız
bir de kalp krizinden bahsediyorsunuz
ne tuhafsınız!

ah be boyu devrilesi kapitalizm
bıçak suratlı patronlar
çocukluğa, düşlere ve ekmeğe
ve avurtları çökmüş insan yanlarıma
nasıl da batıyorlar...

sizi denizlerde yıkayacağım.
iade-i itibardır bu Marmara'ya
bunu bana melekler fısıldadı.
melekler fısıldadı,  inandım
ben de gittim,
köprüleri dinamitle patlattım.
Bak  enkazla ne de güzel taş sektiriyor çocuklar…

Ah be boynu altında kalası militarizm!
Köyleri haritadan silip
Kırsalına “önce vatan” yazdıranlar!
-Pardon ama kime vatan?

Adliye saraylarından lunaparklar kırpacağım
Meclisi yıkıp yerine halı saha,
Vergi daireleri ve bankalar ve gümrüklerden
Vişnelikler, meyve bahçeleri…
Putlarınızdan, umumi helalar yontacağım.
Evlerinizin ortasına kerhaneler dikeceğim.
Radyo ve televizyonlarınızı kumarda kaybedeceğim!
Kutsal mekanlarınızdan kütüphaneler…
Resmi tarihinizle,  kağıttan uçaklar yapacağım…
Hapishanelerden, karakollardan ve jandarmadan
Uçsuz bucaksız yeşillikler devşireceğim
Sermayenizi kedilere yükleyeceğim.
Okul saydığınız tüm o mezbahalarınıza
Bostanlar kuracağım, danaları salacağım
                                             “dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana”
Davar otlatacağım, plazalarınızda…
Söz, keçileri kaçıracağım
Bin kerrre sikmekle düzelmeyecek düzeninizde!


9 Mayıs 2012 Çarşamba

ben bilmiyorum abidin...

ölümüne yeterince inanmazsak geri dönecekmiş gibi görünen insanlar var. Kapıyı daima aralık bırakıp, onlar hiç gitmemiş gibi davranırsak geri gelirler belki, dediğim. Yıllarca inanmadığım ölümler var. beklemekten mezar taşına döndüğüm insanlar. kapım bu yüzden her çalana daima açık...

vasiyetim biline


Olmayacak şey değil. Ansızın bir şey oluyor ve film kopuyor. Kim olduğunuzun, yaşınızın, kurduğunuz hayallerin, yapacaklarınızın hiç önemi yok. Bir kazayla, bir hastalıkla bi gün bi yerde sıfırla çarpılıyor hayatınız ve gidiyorsunuz. Sanki bu dünyadan hiç geçmemişsiniz gibi… Ben de bir gün gidicem, insanın doğal neticesi bu. Hazırlıksız yakalanmak istemiyorum. Ve bu günden sonra,  ne kadar kalmışsa yarınım payıma düşen, bu bilgiye göre yaşıycam, öyle devam edicem yolumun geri kalanına.  Her an gidecekmiş gibi derli toplu, bavullar kapıda daima gitmeye hazır… Kendi adıma korkutmuyor bu fikir. Gidenin ardında kalan olmak zor zanaat ben için…
Vakitsiz gidenler için derin bir Ahhh, besmelem sayıla.

Olur da ansızın başıma gelirse diye bu satırlar. Üzülmem sanıyorum. İçten bi kahkaha patlatırım olanlara… İş bu vasiyet de, kahkaham farz edile!

ANNEM, BİRİCİĞİM…
Şekerim, gidişimi birlikteyken sana anlattıklarım gibi düşün. Hani tüm o yazması beni heyecanlandıran konular. Evren, evrim, kuantum, din, şiir… Bir kere, tüm o mevzuları deneyimlemeye gidiyorum. Eğer düşündüğümüz gibiyse, söz bir yolunu bulup sana haber vericem. Diilse, evet biraz sıçık bi durum. Yani sadece toprak olmak. Ne o öyle mal gibi… Kısmet tabii.
Canım. Bahar gözlüm… yıllar var sana “bahar gözlüm”  demeyeli… Bi buruldum mu ben ne… Neyse sana böyle bi ihtimal de olduğunu daha önce anlatmıştım. Hani önce bi kara delik vardı. Kara delik büyüdü büyüdü gümledi madde oldu. Sonra madde soğudu, madde yaşadı, amip oldu. Derken kümes hayvanları… maymun ve işte huzurlarınızda ben! Demiştim ki sana bak hala kuyruk sokumumuz var. Evrimimizi belimizde taşıyoruz… Maymundan insan, insandan ölüm annemcim… Ölmek, evrimimizin bir diğer aşaması olabilir pekala. Bir sıçrayış olabilir zincirin bir sonraki halkasına… Buna inan…  Adnan Hoca denen şaklaban haklıysa bile, evrim teorisi bi aldatmacaysa bile, teselli için hiç değilse, buna inan. iyi bir teori. Görüyorsun ya kafam hala karışık, hep karışık. Hala anlayabilmiş değilim dünyayı. Kızının kafa dinlemeye gittiğini düşün, sen iyisi mi.  Hep göndermeye çalışıyodun ya beni, kafam dağılsın diye deniz kıyısına. Bi kıyıda seyreyliyorumdur belki alemi. Böyle şeyler düşün benden sonra, hakkımda.
Kızım Pacey sana emanet annem! Ona iyi bak. Oğlun da sakın ola çiftleştirmesin.  Sebebini bin kere söyledim.

Yazdıklarımı bir bir yakmanı istiyorum . Benden geriye hiçbir sözcük kalmasın… Günlüklerim hariç. Onları Öyküm’e ver. Bunlar dışındaki özel eşyalarımdan kim neyi almak isterse, ver. Onun şöyle bi anısı vardı, o bana kalsındı filan deme lütfen. Ver gitsin. Anneannemden bana kalanları koru bi tek. Kalan her şeyi dağıt.
Kendine çok iyi bakıcaksın. Sana yük olan her şeyden ve herkesten uzaklaşıcaksın!  Gezip dolaşıcaksın, sporunu aksatmıycaksın! Artık şu fotoğraf işine de kendini doğru dürüst versen iyi olur. Şöyle düşün “sevgi olsa böyle yapardı” Bana, beni uğurlarken neşeli bir hayat sürdüreceğine söz vericeksin!
Canım annem. Ben seni sadece çok sevmedim. Aldım Kabe’m kabul ettim!

DOSTLAR ROMALILAR!
Abi ben ölünce “ışıklar içinde uyusun” demeyin tamam mı.  Diyenin ağzının üstüne de elinizin tersiyle bi tane çakın. Çekinmeyin yok. Ben aranızda olsam öyle yapardım çünkü.  Efendi efendi Allah’ın rahmetini dileyin. Bilenleriniz üç gulhü bi Elham okusun. Hatta niye bilmiyosunuz ki hala? Ayıp! Öğrenin lan!
Yakın dostlarım kimleri hiç sevmediğimi biliyor. Gerçi kimi sevip sevmediğimi muhatapları da dahil, herkes biliyor. Gizlemedim ki hissiyatımı maneviyatımı. Olur da “görev” icabı, “nezaket” icabı uğurlamaya gelenler olursa o sevmediklerimden, gelmesinler abi. Geleni şutlayın. Nezaketlerini alıp bi taraflarına soksunlar. Aynen böyle deyin. “sevgi senin gelmeni istemiyordu. Sen götün önde gideniymişsin.” Elçiye zeval olmaz…  Zaten iki üç kişi. Bilahare vericem ben her ihtimale karşı o isimleri size.
Canlarım, aranızda koca götlü olanlar var. Onlar zayıflasın bi zahmet. Yanınızdayken nasıl dırdırını yapmışsam, aynen devam. İğrenç abi, bıngıl bıngıl yağ. Hele kadın olanlarınıza hiç yakışmıyor. Lütfen, çevrenin göz zevkine rahatsızlık vermeyin, beni insandan soğutmayın. Evet bu konuda faşistim. Sağlık sorununuz yoksa, nasıl göründüğünüze dikkat edin! Bu kadar diyom!
Çok aşık olun, çok sevin, hep inanın, rakı için… bi kadehte benim için, aklınıza geldiğimde… Doğum gününde Edip Cansever’in mezarını ziyaret etmeyi ihmal etmeyin, Aşiyan’da.  Sene 63’ten beri Yakup’u çağıran yoktu. 79da ben geldim ve Yakup’u çağırdım hep. Benden sonra görev size emanet… Ve Ruhi beye nasıl olduğunu asla sormayın, o susarak anlatır nasıl olduğunu size. Birlikte sarhoş olun ama sessizce.   Şiir okuma bahaneniz olur hem, fena mı?..
İyi ki vardınız lan!

KARDEŞLERİM!
Üçünüz de çocuğumdunuz benim. Hiç bi zaman aranıza girmedim. Güzel sürdürdünüz kardeşlik kurumunu. Maşallah size. Aynen devam. Sadece şunu bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum.  Hayat gailesi, çoluk çocuk derken uzaklaşabilirsiniz birbirinizden. Ama ne olursa olsun çocuklarınızı bir arada büyütün. Çocukluk önemli. Takılsınlar kuzen kuzen. Bu çok güzel bir şey…

Geldik zurnanın zırt deliğine. Valla bu kısmını annemi bulaştırmadan halletmenizi rica ediyorum. Gerçi ben hazırlamıştım ama. Hatun kurar şimdi kafasında, biliyosunuz huyunu. Organlarımı bağışlamıştım ben. Korneama kadar, her şeyimi… Götümü başımı mememi, dalağımı böbreğimi. Neyim varsa işte. Benden geriye kalan böyle bi sakatat artığı gibi bişi olucak herhalde hiç bilmiyorum. Ya da hiç bişiy kalmıycak geriye. Lan o zaman ne gömüceksiniz siz? Bunu bi sorup öğrenin. Bağış kartım siyah cüzdanımın arasında. Annem biliyor cüzdanlarımın yerini.  Sizden istediğim bu süreci takip etmeniz. Galiba aranızda bi tek Çağlar yapabilir bunu. Çağlarım takip et bitanem. Parası olana, bilmem kimin yakınına filan kıyak geçilmesin kalbim, böbreğim.  Adil bir şekilde dağıt ablacığının parçalarını. Baktın alicengiz dönüyor, olmayacak şey değil. Bu adamlardan herşey beklenir. Asit dök yak!

Sadece vicdanınızla yaşayın. Siktir edin yasaları kuralları kurumları. Onların ahlakını. Sizin zaten bir rehberiniz var. Yüreğiniz. O daima en doğrusunu bilir, ona kulak verin hep. Başkasının sözüne bakmayın.  Çocuklarınıza da bunu öğretin. Bırakın, kendi elleriyle kursunlar dünyalarını.  Onları özellikle masalsız bırakmayın, o çok bilmiş gerçekçi, modern dünya anne babaları gibi, çocuklarınızın masallara inanma lüksünü sakın ola ellerinden almayın. Çünkü ancak bu sayede inanabilicekleri bir masal yaratabilirler ve biliyosunuz, hayatta bişiye inanmak çok önemlidir.  Çocuklarınızla arkadaş filan da olmayın. Anne-baba olun, yeter. Onlar seçerler kendi arkadaşlarını.

Sofranızın diyetini ödeyin. Yardıma ihtiyacı olana, elinizi uzatmak zorundasınız. Dilenciye para verin demiyorum ben size, zaten bilirsiniz kime ne yapılması gerektiğini.  Hatta her manada dilencilerden sakının kendinizi.  Ama sokaktaki şarapçıya, şarap alın mutlaka.  Aralarından biri Tanju Okan olabilir, kederinden anlarsınız. ben henüz rastlamadım ama rastlarsanız birlikte "öyle sarhoş olsam ki"yi söyleyin benim için. içip içip az söylemedim bu şarkıyı sokaklarda... Mümkün olduğu kadar vergi kaçırın. Devlete bir kuruşunuz geçmesin. Olur da alırsa cebinizden paranızı emeğinizi muhteşem devlet baba, helal etmeyin, en kötü ihtimal. Ki çoğunlukla öyle oluyor… Sokağında kedilerin ve köpeklerin aç susuz gezmediği, kapı önlerinde bir kap mama, su bulunan mahallelerde tutun evlerinizi. Bu, orada yaşayan insanların, insanlıklarıyla ilgili bir fikir vericektir size. Ya da tam tersi, sadakatle uğraşırım derseniz Rumeli Kavağı sakinleri gibi bokların yaşadığı yerlere gidip, devrim yapın.  Yazın sıcağında hayvanlar ölüyordu susuzluktan, açlıktan… Zor iş değil, musluktan su koymak, sofranın artığını vermek… Hayvansever olucam diye de panter Emel’e dönmeyin ağzınızı yüzünüzü ovalarım! Yaşayanlar arasında bir önem sırası yok. Önce insan, önce hayvan diil olay. Hepimiz eşit ölçüde değerli ya da değersiziz. Bunu bilip, mağdur olanı kucaklayın, kafi.

Ortalamaya göre fena kazanmıyorsunuz. Ufaklık hariç şimdilik, güzel bir düzeniniz var çok şükür. Devam edin. Kimseye muhtaç olmayın, ayakta durmak için birbiriniz hariç kimsenin koluna girmeyin. Hayallerinizi gerçekleştirdiğinizde götünüz kalkmasın. Tamam koltuklarınız kabarabilir biraz, hak ettiniz bu kadarını ama asla  “ben oldum” demeyin. Ayağımızın altında görünmez sabun kalıpları var, öyle yürüyoruz hayatta. Bunu unutmayın. Bir anda tepetaklak olabilir herşey. Daha da önemlisi oldum demek, olabiliceklerinizi sınırlar. Daima eksik ve aciz olduğunuzu aklınızda tutun. Haddinizi bilin özetle. İsteklerinize ulaşmak için kimsenin üstüne basmayın, hayat boyu ah almamaya, temiz yaşamaya gayret edin. Ve sakın  “güç”le sarhoş olmayın. Gelir iki tokat atar, fena ayıltırım.
Hayat şiirsel bi hadisedir kardeşlerim. Onu incitmeyin, ürkütmeyin…

Siz üçünüz, bambaşka bi mucizeydiniz benim için! Bunu hiç unutmayın ve yolunuza bu bilgiyle devam edin!

BABA!
Ne tuhaf söyleyecek o kadar çok sözüm vardı ki sana. Şu an durdum bi. Sadece gitmeye hazırlıklı olmak için şimdiden yazdığım bu satırlarla anlıyorum ki diyecek hiç bişiyim yokmuş sana. Seni seviyorum aslında, ama  seni seviyorum demek bile gelmiyor içimden.  İyisi mi takıl sen kafana göre.

SEVMEDİĞİM KİŞİLER KURUMLAR!
Sizi sadece gerçek birer insan olamadığınız için sevmedim! Bi de kötü kalplisiniz lan. Sakın ha üreyip de, bu özelliğinizi nesilden nesile aktarmayın. Belediyeye haber saldım, hepinizi toplayıp kısırlaştıracak! Hahhayt! Ben şimdi ananızın amına çam dikmeye gidiyorum. Bi ara gelip toplarsınız kozalakları.

bilenler bilir. elbette en çok dans ettiğim şarkı yakışır, bu yazının sonuna;
http://www.youtube.com/watch?v=d-diB65scQU&ob=av3e


8 Mayıs 2012 Salı

AMÜ EROTİZMİ / TERLİ ISLAK VE SOLUK SOLUĞA


Ömrümce duymak istediğimi duymak için senden …
Ağzına veresim geliyor bebeğim,
Ağzımdaki sözcükleri…

***

Nazlı yarim ben şimdi bir büyük kentte,
Bir küçük ofis koltuğunun tepesine tünemiş vaziyette
seni istemekteyim.
bir yangın ki sorma, kasıklarımda.

Hay Allah nerden düştün ki aklıma…
Dosyalar, telefonlar, evraklar
Terli sanki herşey, ıslak ve soluk soluğa…
Patron da işten kaytarıyorum diye pis pis bakıyor ha!

Bebeğim ben şimdi maaş bordrolarını düzenlerken
Bacak bacağa atmış bir vaziyette,
Kasıklarımı da nasıl sıktırmışım ama!
seni içimde hissetmekteyim.
Ahhhh…
Ahhhhssgari ücreti yanlış mı hesaplamışım dediniz?
Azami ücret diil miydi o?
Mihihi sevimlilik yapmaya çalışıyorum patron baba
Azami olan erkeğimdi, asgari olan ücretti diil mi ama
Bi yanlışlık oldu efenim, çok afedersin kusura bakma!

Eline verdim işçilerin, azami ölçüde maaşlarını
Yak bi cigara meleğim, bak nasıl da girdik sevaba.

Alo sevdiğim! İşsiz kaldım önemli değil.
Patron zarar tazminatı açacakmış bana
Şimdi öyle şeyler fısıldamak istiyorum ki kulağına
Terli, ıslak ve soluk soluğa…
Bi saniye bebeğim… Sen neredesin?
Sesin neden terli, ıslak ve soluk soluğa?
Laaaağğğn yoksa?

Ağzına veresim geliyor nazlı yarim,
ağzımdaki küfürleri
O yanındaki kaltağa fısılda bunları ama!






7 Mayıs 2012 Pazartesi

tutuşsun gün, yansın geceler... zamanımız dar

işte şimdi senden bahsediyorum.

sanki böyle çok yüksek bi dağın zirvesinden bırakmışım kendimi. aşağısı mavi yeşil deniz. kabuslarım hep boğulmak üzerine ve ben berbat bir yüzücüyüm. ama sanki böyle çok yüksek bir dağın zirvesinden bırakmışım da kendimi. sırtımdaki bıçak yaraları, kanatlarım çıksın diyeymiş. seni sevmek böyle birşey. süzülüyorum, uçuşuyorum. bir zaman sonra çakılıp yere kan içinde olucam, biliyorum...  

çok korkuyorum senden. çok. hırçınlığım bundan. "biz" diye bişiy olmalı hayatta, buna inanıyorum. masalın sonu umurumda diil, birlikte görücez. diyor ya cemal süreya "seninle mutlu olmak kolay iş, mutsuzluğa da var mısın benimle?" Öyle. çünkü zaten gözlerine bakmak, kutsal kitapları yeniden yazmak, cenneti anlatmak gibi. kolay seninle mutlu olmak, varlığın tek başına mutluluk sebebi... mutsuzluğa da varım ben seninle. kızdırmazsan hatta, varım herşeye:)

bazı şarkılar yalnızca sana söylenmiş gibi, bu da onlardan biri;

http://www.youtube.com/watch?v=o9EaKY8lBFw