23 Haziran 2011 Perşembe

"sen bana yangın ol efendim" şeklinde alakasız bi iç çekiş

"kün" demiş tanrı ve olmuş herşey. "kün" yani ki "ol" emri... dağlar denizler ve insanlar olmuş işte. tövbe haşa şirk koşmak niyetinde diilim. zaten tanrının yerinde olsam böyle bi dünya karşısında hiç düşünmez harakiri yapardım. ki intihara meylim yok bu aralar, rakı iyi geliyor katlanmak hususunda ve dayanmak ve direnmek ve unutmaklı bilumum mevzularda... amma ve lakin "ol" diycek kadar arapçam var... peki "o" niye olmuyor hayatımda...

"kün" diyorum "kün" bre cebrail, o nerede?

19 Haziran 2011 Pazar

TIRNAKLARIMI SÖKTÜM BUGÜN BÜTÜN GÜN

Bacaklarımın arasından tabutlar sızdığını gördüm. Yemin ederim gördüm dedim. Dalga geçtiler benimle. Artaud’nun Kan Fışkırması’ndan esinlenme bir imgeydi belki. Ama hala gördüğüme yemin edebilirim. İnanmasanız da…

Bir kadının; unutulmuş, sevilmemiş, kırılmış bir kadının saçlarını kazıtmasından daha doğal ne olabilir ki dedim. Gülümsemekle yetindiler, olgunlukla karşıladılar sağ olsunlar. Ama ben yemin edebilirdim yine de; doğal olan, o kadının uzun ve siyah saçlarını, umutsuzluğunu kendine ayna yaparak kesmesiydi… Ya da siz daha iyisini bilirsiniz.

Unutulmuş, sevilmemiş, kırılmış ve saçlarını kazıtmış bir kadının, bir hayvan vardı içinde. Yaralı ve yırtıcı bir hayvan… Hiç susmuyordu, sürekli böğürüyor, uluyordu. Ve can çekişiyordu acıdan... Debelendikçe pençelerini  iç organlarına geçiriyor, kadının içini deşeliyordu... Kadın hemen yanınızda duruyordu, susuyordu, konuşmuyordu, sızlanmıyordu, gülümsemiyordu ama ağlamıyordu da. İçinde acı çeken ve yaralı ve de yırtıcı bir hayvan vardı. Av yasağı koydu söz sahibi insanlar…

Bir kadının göğüslerini kesmesinden daha iyi bir protesto olamaz dedim, yuhaladılar. Ben de gittim her birinin memelerine biber sürdüm. Yavru kediler bir an önce sütten kesilsin diye. İnanıp inanmamak size kalmış…

Sevdiklerine sadece tırnaklarıyla tutunan bir kadının, bir gün, onları genellikle kırmızıya zaman zaman da laciverte boyamaktan vazgeçmesi intihardır dedim. Abarttığımı söylediler. Kadın en sevdiğinin etine geçirmişti tırnaklarını, her gün boyuyordu onları. Genellikle kırmızıya zaman zaman da laciverte. Önce boyamaktan vazgeçti. Sonra bütün gün tırnaklarını söktü, tek tek, yavaş yavaş ve özenerek. En sevdiğinden söküldü kadın, o öldü... Evdeki bütün ağrı kesicileri çocukların ulaşamayacağı yerlerde muhafaza ediyordu anneler…
En sevdiğiniz ölünün rüyanıza bari gelmesini istiyorsanız, tırnaklarınızı sökün ve yastığınızın altına koyun dedim, ters ters bakıp, cıkcıkladılar. Bu kadarı da fazla der gibi yaptılar. Sözümü dinleselerdi, en sevdikleri ölü rüyalarına gelecek ve onları gözlerinden öpecekti. Çok şey kaybettiler. O halde karışmayalım, özlemekle yetinsinler… Ya da belki sizin çok daha iyi bir öneriniz vardır, her zaman olduğu gibi...

Tüm kutsal kitaplar, yasaklı kitaplarımla birlikte mahalle fırınında yakılmıştı. Ben bu yüzden nasıl ibadet etmem gerektiğini bilmiyordum. Tüm bir mahalle, benim kitaplarımdan beslenen ateşte pişen ekmekleri yediği için bu kadar inançlı insanlar haline gelmişlerdi. O ekmeklere yetişemedim. yetişemediğim için artık bir kutsalım yok dedim, camın önüne ekmek kırıntısı koymaya başladı annem. Yine de tanrı bana onu daha fazla sevebilmem için izin vermedi...

Bildiriler dağıttım tanrı beni terk etti diye. İmza topladım yeniden sevsin diye. Sürekli karanlık için bir dakika aydınlık eylemleri örgütledim. Karanlıkta yollarımız daha sık kesişiyordu sizinle. Aynı ıslığı çalıyorduk, gözlerimizin büyüklüğü aynıydı, adımlarımız eşit derecede ürkekti karanlıkta... Polis çağırdınız. Tekme tokat sürgün edildim hayallerimden. Ama yine de siz neylerseniz güzel eylersiniz, diil mi?..

Şimdi bir sürgün masalından yazıyorum bu satırları size. Yanı başımda Nazım, saman sarısı bir hayalle yaşlanmakta. Vera dedikçe ben, Nazım’ın yüzünde yeni bir çizgi daha beliriyor. Sürgünde geçen her günüm için bir çentik atıyorum yüzüne, şiirine… Her bir çentik, ömrüme devrilen bir çınar… Size dalından kopan bir yaprağın ama her hangi bir yaprağın, kopmadan hemen önce çıkardığı sesten bahsetmiştim. Hatırlamazsınız tabii. O'nun unuttuğunu hatırlayıp da niçin kirletesiniz ki hafızalarınızı. Sizi anlıyorum ve bu çabanızı onaylıyorum… Bir yaprak ama her hangi bir yaprak, dalından kopmazdan az evvel ağrılı bir ses çıkarıyor; kırılan bir boyun gibi, sapanla avlanan bir serçe gibi, kalp krizi geçirir gibi… Belki sonbahar bu yüzden ağrılı bir mevsimdir. Belki sürgün bu yüzden ağrılı bir coğrafyadır… Bunun için de yemin edebilirim. Hem de iki ayağım yere basarak. Ellerim tuzun ve kor kutsal kitabın üzerinde… Gözlerimi hiç kaçırmadan… Ama siz yine de bana inanmayın… ,

12 Haziran 2011 Pazar

YOĞUN İSTEK ÜZERİNE PELİN İÇİN:)))

NAR GİBİ DAĞILDIM .MİNA GOYİM .MİNA GOYİM NEYDİ .MİNA GOYİM SEVGİYDİ İYİLİKTİ SAMET ONA BABA DEDİ

Ne zaman kalbimi susturmak için yazmaya çalışsam, jilet, ustura, mahşer, sokak köpeği, Kerbela ve nar kelimeleri düşüyor kağıt aklığına. Sanki yıllardır konuştuğum dil, sadece bu sözcüklerden ibaretmiş gibi. İlkokulda fişler olurdu ya hani, öğretmenlerimiz bu fişleri bize kestirirdi ve biz o kestiğimiz sözcükleri, heceleri yeniden bir cümle yapısı içinde bir araya getirirdik. İşte şimdi ben sadece bu sözcüklerden oluşan fişler kesiyorum ama bir türlü bunları yeni bir cümle içinde bir araya getiremiyorum.

Jilet neydi? Jilet emekti, iyilikti dostluktu. Samet ona baba dedi, babalığa seçti onu… Denedin mi hiç bileklerini kesmeyi selviboylumalyazmalım? En arabesk intihar provasıdır. Ama jilet asla bir intihar aracı değildir, yıllar sonra gerçekten başaracağın intiharın için ufak bi alıştırmadır sadece. İstatistiklere göre ömründe en az üç kez intiharı denemiş olanların sonu yine intihardır. Bütün bir hayatları, intihar etmek için bir hazırlıktır aslında… Jilet, cesaret testidir alyazmalım. Söylenenin aksine imdat çağrısı değildir insanın bileklerini kesmesi. İçini göz göz eden zehirden kurtulmak için yaparsın bunu. Kan ve kesik suretine bürünerek somutlaşır acın ve böylece ondan bir süreliğine kurtulmuş olursun. Bileklerini kesersin çünkü “kan dökmek iyidir” Ortadoğuluyuz ya biz, başımızdaki şerden kurtulmak ya da adağımızın kabulü için kan dökeriz. Kurban elbette incecik bileklerimiz ve adağımız, yaşadığımız acıdan kurtulmamızdır… Yani ki alyazmalım bileklerini kesiyorsan, seni bebenle çük gibi ortada bırakan İlyas'ı içinden atmak için kesiyorsun. Hala seviyorsun onu ve sevmekten vazgeçmek için bileklerini koyuyorsun sunak taşına.

Mahşer neydi? Mahşer emekti, iyilikti, dostluktu. Samet ona baba dedi… Bok baba dedi Samet. Polyanna mısın alyazmalı mı? az kendine gel dangalak karı! Mahşer yerinde ana kızını, oğul babasını, karı kocayı, kardeş kardeşi tanımayacakmış. Böyle buyrulur Kuran’da! Sen kendi küçük kıyametini yaşadıktan sonra öyle yabancılaşacaksın ki kendine, kırıldığın yerlerin öyle değiştirecek ki seni, gözlerin ellerini tanıyamayacak. Her aynaya baktığında kendini değil, “onsuzluğu” göreceksin…

Neydi Kerbela? Kerbela emekti, iyilikti, dostluktu… Zekandan endişe etmeye başladım be alyazmalım. Hatırlayalım mı Kerbela’yı. Hüseyin’i, hatırlayalım… Ordusunun su kaynakları kesilmişti ve önünde iki seçenek vardı. Ya ölecek ya da teslim olacaklardı. Teslim olmadılar!.. O gitti ve senin tüm yaşam kaynakların kesildi alyazmalım. Kerbela çölünde susuz ve dilinde kılıç yarası. Bu yüzden kalbini her susturmaya çalışmanda bir kaç spastik sözcük düşüyor kağıdının aklığına.

Neydi nar? Nar emekti, iyilikti, dostluktu… Yok alyazmalım yok, senden bi cacık olmaz. Sen şimdi bunu Samet’e “çarşıdan aldım bi tane, eve geldim bin tane” diye de belletmeye kalkarsın. Ama öyle diil işin aslı. Biriciğiydin lan sen ananın. Ama o İlyas olacak adi geldi ve öyle bi becerdi ki kalbini, sen nar gibi saçıldın, nar gibi dağıldın!

Sevgi Neydi?.. Bak bu ağır oldu işte. Adımı unuttum ben be alyazmalım. Lugatımda onun adından öte sözcük kalmadı…

Ne me quitte pas...

Bir kadın devinince tablo gibi olmalı, bir erkek mermerden bir heykel… Şiir dökülmeli dudaklarından konuşunca aşıklar… Ve aşk kusursuz bir cehennem…

Aylar önceki kendimi karşıma alıp konuşabilmeyi isterdim. Bak kızım derdim, seni bu kadar çaresizleştiren aşk, sürekli değil… herkes gibi evet bende geçer diyorum ama başka türlü bir “geçer” kastettiğim. Geçer… Keşke sürekli olsaydı… bu kadar yükseğe çıkınca insan başka bişiy umuyor hayatından. Ama hayır aşk, kişiye sadık bi duygu diil ki, aşık olduğundan sadakat bekleyebilesin.  Aşk vefalı bi duygu diil ki, aşık olduğundan vefa bekleyebilesin. Ama konumuz bu diil… Evet aşk, terk edip gidiyor seni. Birden çekip gidiyor. Sen bomboş kalıyorsun. Terk edilme acısı bile yaşayamıyorsun çünkü kanıyla canıyla terk eden biri yok karşında. Onu sevme azmi terk ediyor seni. Duygular terk ediyor, onu düşününce burnunun direğinin sızlaması… boğazındaki yumru terk ediyor… Ya da salak hayallerin, ihtimallere sonsuz itimadın, mutluluktan kanatların varmış gibi hissetmen. Mucizelere inancın… Çocuk korkuların ve kadın şeytanlığın… Anının anını tutmaması, bir anda umut dolu olup saniye geçmeden umutsuzluğun koynunda kıvranman… Çekip gidiyorlar işte…

Derdim ki aylar önceki kendime hiçbir şey sonsuz ve ölümcül değildir. Geçer, sıkı sarıl çaresizliğine… Dibine kadar yaşa. Bu biticek. Ruhunda ben eminim daha da kırılacak, kanatılacak yer var. İçinde gülümseyecek çok çocuk, ışıyacak çok yanın var daha… Kanat, kanırt, acıt, sevin, mutlu ol... Dikine dikine ve sefilce devam et… yüzündeki o aptal tebessümle devam et… O’nu daha çok nasıl sevebilirsin bi yolunu bul, aşkın hallerini çoğalt. Çoğalt ve tüket kendini…  “O” sadece bir vesile, sen onun suretinde öyle eriyerek ve dönüşerek devam et… Hiç ol.

Çünkü biticek. Çünkü sen, onu diil ona aşık kendini sevdin. Çünkü sen aşkı her daim kutsalın saydın. Ki bir ibadet biçimidir aşk… “inanmayanlar için Allah ihtimalidir”…

Göçüyor içinden kuşlar, kim bilir bir daha ne zaman dönerler…  Şimdi özgürsün ve fakat… bomboş bir yüz taşıyorsun işte… Herhangi birisin artık… Herhangi biri…




3 Haziran 2011 Cuma

ahahahaha

milleeeet blogumu geri alabildim. keşke bazı yazılarıma ulaşabilseydim diye hazreti gugıldan bıçakizikırmızı deyu taradım, işte gmailim açıktı zaten. açıkmış yani, sonradan nasıl olduğunu anlamaya çalışırken fark eyledim...  ve sonra sildiğin blogu geri al gibi, tanı gibi bi seçenek çıktı. olum. tıkladım ben onu. bildiğin pıt diye tıkladım. gözümü kırpmadım vallahi de en ufak bi tereddütüm olmadı ve blogumu geri aldım. uff çok kolaymış bea ve sonra foto bile değiştirdim, hakkımda kısmını bile güncelledim. blogumu geri aldııım. blogumu geri aldııım. blogumu  geri aldııım... bi daha onu bırakmıycam. ahahahahaha mutluluk kahkahası bunlar...

tamam net versin de böyle şeylere izin. hayat izin vermesin ama, valla. yani sildiğin insanlara bi şans tanı gibi bi seçenek olmasın mesela... olum ben define bulmuş gibiyim laan. skiyim sildiğim insanları... burası benim çöplüğüm. evet evvveeeet. ağzım kulaklarımda ve on parmak yazabilmekte diil marifet. şahadeeet. iManın ulan bana. tecrübeyle sabit! ne varsa şahadet parmağında var... başka bi ifadeyle işaret parmaklarınızda var. iManın. valla.  

tumblri skiyim, bloggerıma bişiy olmasın.  bombaleeeyyyyoooooo aha aha aha bombaleyyyoooo

bu arada seçimden sonra nasılsa katletcekler hepimizi. iş bu sebeple... bodoslamaaaaaa... hiç diilse içimizde kalmasın diil mi nebahat abla? lambaadaaaaa

ehuee. mutlu oldum ki ben.
ciiiuuuuuuu