22 Aralık 2012 Cumartesi

ee kıyamet de kopmadı asıl bundan sonra napıcaz abidin?

bazı sorular boğazıma yapışan bir el gibidir. genellikle benim sorduğum... cevapsızlar. "cevapsızlar" demek de ne tuhaf... öksüzler demek gibi, köksüzler demek gibi. bazı sıfatlar pek manidar...

benim gibi bir kadın elbette rüyasında birden bastıran sular görür. başka türlü olması ne mümkün. taşan nehirler, fırtınalı denizler... ne umuyordun ki? ve hep köpekler ve hep at üstünde o sürmeli gözleriyle ali. bir de dokuma tezgahındaki şu halı... rüyamda atom parçalamıyorum, hiçbir rüyaya hayır diyemem lakin... bence burada sözümü balla kesmelisiniz. dilimi ehlileştirme, çok konuşmama perhizindeyim. anlayışınız için sağolunuz.

üç perdelik herhangi bir oyunun sonunda barut kokusu duymuyorsam, bana herşey sahte geliyor. yalan. inandırıcılıktan yoksun. benim inançla ilgili sorunlarım olabilir. aldılar inanma kabiliyetimi elimden.

bir kadın başka bir kadın hakkında "o kadar entelektüel ki, kuran bile yazabilir" demiş... ben sevmem mevzubahis yazar şahsiyeti. ama benim onun kalemini sevmemem, onu kötü bir kalem yapmaz. zaten o da kendinden çok memnun. cümle içindeki tek çürük yumurta benim.

yazanlar yazdıkları her satırı, her kelimeyi seviyorlar, ne güzel. benim çöp kutularım kelimelerle dolu...

benim kalemimi allah çarpmış.

http://www.youtube.com/watch?v=FeTwoGxP6fo

16 Aralık 2012 Pazar

"uçurumun kenarındayım hızır"

hep eyüp'ü andım da hiç hızır'ı anmadım. sabırda ve yarada hep eyüp oldum da, bir hızır'ı çağırmayı akıl edemedim. çağırsam gelicekti belki. ve bissürü bissürü bişiy hiç olmamış olucaktı... ben seni sevmeye devam edicektim belki. belki iyi niyetlerim bana kalacaktı, hala umuttan yapılma bir cevheri saklıycaktım göğsümde... ve belki eyüp sabrı dilenmiycektim, şimdi mezarımın başında...

bir kelebek kanadını çırpsa... yahut bir çocuk üflese ilk yaşgünü mumunu en güzel dilekleriyle... bir kibrit çakılsa hatta, cigara tellendirmek için... o kibritin alevi... alazı... öyle bir "rüzgar yetecek ha itti beni, ha itecek... uçurumun kenarındayım hızır"

10 Aralık 2012 Pazartesi

mini mini bir yaratık da sorgulatıyorsa sana hayatı, sen kepenkleri indir, tükanı kapa iy'simi


bir kelebek düşünün, rengarenk. sevinçli. ve az ileride bir çiçek. kelebek o çiçeğe konmak için kanatlanıyor, ne güzel. ama arada cam var, müthiş saydam. kelebek camı görmüyor... ben o gün dünyanın bütün çocuklarını ve kendi çocukluğumu o kelebek, hayal mefhumunu o çiçek ve hayatı da aradaki cam olarak düşündüm. burnumun direği sızladı.

2 Aralık 2012 Pazar

rüya değildi bu, anı

yatakta can çekişiyordum. başımda doktor ve hemşireler, odanın dışında annem vardı. beni aletlere bağladılar, canımı yakan aletlere. konuşmak istesem de gücüm yetmiyor, sesim çıkmıyordu. birşeyler yaptılar hiç durmadan, aceleyle... bir canımın yandığını bir de kılımı dahi kıpırdatamayacak kadar güçsüz olduğumu hatırlıyorum. sanki şeffaf bir jelatinle kaplanmıştı vücudum. hareket edebilmek, nefes alabilmek ne mümkün... gidiyordum işte.

anneme dokundum. bunu nasıl başardım bilmiyorum ama kalkmış annemin yanına, kapının önüne gitmiş ve dokunmuştum ona. o ise hala yatakta ölmekte olan bana bakıyor, ağlıyordu. dokundum diyorum dokundum, teselli olmaya çalıştım. "o yataktaki ben miyim anne?" ... duymadı... yüzüme dahi bakmadı.

şunu anladım; ben ölümden korkuyorum. ödüm patlıyor. adaletsizce olduğunu düşünüyorum. madem ölüceksek hepimiz, yaşamak niye?

http://www.youtube.com/watch?v=ihF_aXi-Huk

11 Kasım 2012 Pazar

hastalık

dövmen yoksa hiç bulaşma abidin. bir kere yaptıran ikinciyi muhakkak istiyor. ikinciyi yaptıran üçüncüyü... ben beşinciyi istiyorum. ki benimkilerin ikisi zaten hatırı sayılır büyüklükte.

baksana şuna;
.
dexter'ım geldi aklıma "ikimizde maviydik. ama ben gökyüzüydüm sen deniz"

5 Kasım 2012 Pazartesi

eskiden buralar heeep dutluktu

depremi beklemek, bir gece önce kapın zorlandığı için hala eve girme ihtimalini düşündüğün hırsızı beklemek... henüz korkmamak ama korkuyu beklemek... sanırım bu çılgınca; dehşete kapılmadan dehşet anını beklemek. tetikte yaşamak ne saçma. ne saçma başımıza gelecek bir felakete hazırlanmak.

uykuyu beklemek... godot'yu beklemek... umuda dair bir umutsuzluk hali. bence zaman, sabahları baştan yazmalı. tanrı sabahları yeniden tasarlamalı. sabah mefhumunun yeniden düzenlenmesi için meclise dilekçe yollamalı. sonra güneşin ve ayın ve yıldızların. frank miller bizzat bu işe atanmalı.

başına gelecek olan her ne ise; aşk, mutluluk, katliam, felaket... en hazır olmadığın zamanda ona yakalanmak... kaderin insanlık dışı uygulamaları listesine 62. sıradan giriş yapmalı. tavşan yapılarak tutsak edilen 62ler ise derhal serbest bırakılmalı. 62lerin ana dilde eğitim hakkı engellenmemeli.

insan; toprak, su, hava, ateş ve yedi metre barsaktan yaradılmıştır. barsaklara çamaşır serilmez, barsaklarla ip atlanmaz, camdan sarkıtıp evden kaçılmaz, adam asmaca oynanmaz. dolayısıyla insan, pratik bir çözüm değildir. çamaşır kurutmaya, eğlenmeye yahut özgürlüğe... insan hiçbir halta yaramaz.

insan gözden ibarettir. gördüğünü algılar, gördüğünü kavrar. görerek anlamlandırır, şekil biçim verir. insan birbirini yaratır... birbirine yol açar. insan gözdür. barsakları olan bir göz... sanırım cronenberg bile bundan rahatsız olurdu. ki, olsun pezevenk.

adam haklı beyler bayanlar ve abidin. şu dünyadaki yolculuğumuz ne kadar uzun yahut kısa olursa olsun hep geçilmesi gereken bir orta mesafe var. ve o orta mesafenin bir orta mesafesi... ve onun da bir orta mesafesi. sonsuz sayıda orta mesafeler... zenon'un yarışcısı koşuya hiç başlayamaz.

ve sanırım biz de hiçbir zaman başlamamış olabiliriz.

29 Ekim 2012 Pazartesi

bugün bana yarın sana demiştik, o yarındayız şimdi

bu tip durumlarda pek ayrılık gayrılık yaratmayı sevmem lakin...

kemalist değilim. bir sembolse eğer her 29 ekim cumhuriyet coşkusu yaşamıyorum, tıpkı her kurban bayramında bayram coşkusu yaşamadığım gibi. bugün polis saldırısı karşısında çıldırdınız, değil mi? alanlar, sokaklar yasak edilince, biber gazı, tazyikli su püskürtülünce. "nasıl olur" dediniz. "ne cüret. burası benim vatanım!"

bu ülkenin gerçek vatanseverleri hapishanelerde katledilirken ses etmediniz. cumartesi anneleri dövülürken, sürüklenirken, evlatları kör kuyularda kaybedilirken ses etmediniz. 6 kasımlarda, 1 mayıslarda. yakın tarih metin lokumcu hopa'da basın açıklaması sırasında öldürülürken de ses etmediniz. jargonunuz, bugün size bu zulmü uygulayanlarla aynıydı. onların size öğrettiği dille konuşuyordunuz. egemen, ezbere bir dilde. beyinlerinizin olması gereken yerde süt vardı da sanki, kaymak tutmuştu.

bugün yaşananlardan memnun olduğum gibi bir tablo çıkmasın ortaya, asla!.. sizlerden çok daha fazla öfkeliyim. bugün bu hale gelinmişse, bunda en çok sizin payınız var! elbette hoşlanmayacaksınız bu dediklerimden. susmamanız gereken zamanlarda sustunuz. başınızı çevirdiniz, görmezden geldiniz. ta ki bıçak kemiğe dayanıncaya kadar. sizin kutsalınıza el uzatacakları ana kadar. beyler bayanlar, o kutsalın yıllardır ırzına geçiliyordu bu topraklarda.  Neredeydiniz? ha tabii kutsaldan ne anladığımız aramızdaki farkı belirliyor öyle değil mi. benimkisi basit bi kaç şey; insan, adalet, özgürlük.

diyorsunuz ki polis bayrak açan, annesi yaşındaki kadına saldırdı. polis bayrak açmayan "oğlum nerede" diyen annesi yaşındaki kadını yerlerde sürüklüyordu, niçin görmediniz? metin lokumcu, babası yaşındaydı o polislerin çoğunun, niçin görmediniz? yahu hapishanelerde yananlara benzinli battaniye veriyordu, kardeşi yaşındakiler niçin görmediniz? hani şu hepimizin evinde olan, üzeri kaplan desenli kahverengi sarı battaniyelerden. hani sarıldım mı anne karnını hatırlatan, sıcacık battaniyelerden!

kemalist değilsem de Atatürk düşmanı da değilim elbette. Onu tarihteki önemli adamlardan biri olarak okuyorum. Türkiye için hele hele... siz ilahlaştırdınız, putlaştırdınız onu. adamlar da cahiliye devri arabistanı gibi, ilk putlarınıza saldırmakla koyuldular işe. Siz ucuzlaştırdınız onu. "aşk hiç görmediğin halde 131 yaşındaki bir adamı sevmektir" bak yav. Hay allah! bu kadar diil mi kemalizmden anladığınız? akp'ye karşı popüler bişiydi Atatürk. ve üstelik bedavaydı. hiçbir bedeli yoktu. konforlu olanı seçtiniz. şimdi bedel gerektiriyor işte. ota boka atamın kemikleri sızlıyor diyen,  sonra evindeki temizlikçiyi aşağılayan, ezan sesine söylenen sözde cumhuriyetçi teyzeler var ya, heh işte o kafaların da katkısı büyük. bugün bu heriflerin size karşı bu kadar saldırgan olmasına. Zaten bence asıl bunları gören "atamın kemikleri sızlıyor"dur. Yobazlığınız sağ olsun!

aynı durum sözde dindarlar için de geçerli. o kadar yozlaşmış, o kadar dejeneresiniz ki. hep söylüyorum sizinle aynı allaha inanmıyoruz diye. Başınızdaki vatanını satan, emperyalizm uzatmalısı. siz de onun göt yalayıcılarısınız. Kur'ân mahşer yerini şöyle tarif eder "o gün ana oğulu... baba kızı... kardeş kardeşi tanımayacak" bugün ankara'daki saldırınızla tam da bunu yaşattınız. nice güzel anaların, dangalak oğulları saldırdı anası babası yaşındakilere. sizin inancınıza göre, sanıyorum deccalsiniz, şeytansınız, kıyamet alametisiniz! Allahını sevenleri tamamen tenzih ediyorum.

yine de haberleri açtığımda ne yalan söyleyim gurur duydum. bağdat caddesindeki kalabalıktan, yapılan kutlamalardan. "onlara rağmen" başardınız bunu. bu bir isyan kıvılcımıdır. "demek gökten ağsa bile tohum, yürekten düşecekmiş"

kanal kanal dolaştım. hepsinin sol yahut sağ üst köşesinde Atatürk ve bayrak resmi. hiç bu kadar sevineceğimi düşünmezdim. argümanlarımız farklı olsa bile, mevcut koşullar çerçevesinde değerlendirildiğinde bir başkaldırı sözkonusuydu. sonra trt ve atv'yi açtım. aynı logo oralarda da vardı. fesatlandım bu kez de. Yok. komplo teorileri üretmeyeceğim. şimdilik!

faşizmin en yoğun, en pervasız, en şiddetli dönemini yaşıyoruz. köprüden önceki son çıkıştayız belki de. felaket tellallığı yapmak istemem ama hemen bu gece okyanus ötesinden bir devşirme gelebilir ve sabah bambaşka bir ülkeye uyanabiliriz. tıpkı humeyni'yle birlikte gerçekleşen iran islam devriminde olduğu gibi. demem o ki artık köprüleri yakma zamanı. katlanmak zorunda değiliz. uzlaşılıcak günler, çoook geride kaldı.

http://www.youtube.com/watch?v=GaVNfZWBVhQ

26 Ekim 2012 Cuma

hasar tespit ansiklopedisi yapıcam

şu hayatta zor olan bir başka şey de abidinim; uğruna ömrünü feda edebileceğin kişinin gözünde hiçbir değerinin olmadığını anlamaktır. herhangi biri bile değilsin onun için. "nasılsın" diye sormaya bile lüzum görmediği... o idrak anı var ya, o anı tanrı bile hiç yaratmamış olmayı dilerdi, ben eminim...

http://www.youtube.com/watch?v=NPLjgd4euEs&NR=1&feature=endscreen

25 Ekim 2012 Perşembe

o ne lan beddua gibi

çoh üzgünüm abidinim mesajıma cevap gelmiyor. eski sevgilime bayramı fırsat bilip  mesaj attım. şahsi almasın, toplu mesaj göndermişim gibi hissetsin diye de güya genel birşey yazdım ama bizde bi anısı var.  anlaması lazım. geçtiğimiz bayram "şeker tadında mutlu bayramlaaar:))" yazmıştı bana. ben de cevap vermiştim. sonra da buluşmuştuk işte bir kaç kere, biliyorsun.  bu bayram da ben yazıyım dedim ama dönmedi hala. ne mi yazdım? "kurban tadında mutlu bayramlaaar:))" yazdım. oha mı abidin? niye la?

pek bi yaman çelişki anne

yaptığım işin en güzel kısmı "hayal etmek"
en zor kısmı bunları "satmak" için yazmak...

bu sanki, hayallerinizi bir başkasına veriyormuşsunuz gibi, gerçekleştirmesi için. para karşılığında bir de. rüya tacirliği bir nevi.

nasıl hissettiğimi açıklamaya yeter mi bilmiyorum ama hikaye kurmak, çılgınca...  çok çılgınca. dişleriniz kamaşır hani bir bebeği, bir köpeği severken. öyle bişiy. hele bağlantıları, neden sonuç ilişkilerini oturtunca ve sürprizler... böyle anlarda salya akıttığımı üzülerek itiraf edebilirim. define aramak, kazdıkça nirvanaya varmak gibi. başlangıçta hedefin süleyman'ın hazinesiydi oysa. başka hazineler başka kapılara ulaşırsın ve bu hiç bitmez... sevdiğin şey bu arayış, bunları hayal etmek. kağıda aktarmak değil.

biraz ayıp bi insan oluyum. yüzbin rokko gücünde sikilmek, dünyadaki tüm kadın nüfusunun toplam orgazmını yaşamak gibi. söyle bana abidin, bu an bu mahrem "pazarlama" için nasıl tasvir edilir ve satılır?

21 Ekim 2012 Pazar

yaşamak da denemez gerçi, bir hıçkırık

-çocukken sorduğumuz soruları hatırlıyor musun? Öhhö öhhö.
-ben kimim? neden burada dünyaya geldim?.. Yaprak neden kardeşim ve babam neden babam?
-ben hala cevapları arıyorum.
-vakit kaybı inan bana. bu hayat hiçbir zaman cehennemi aratmadı. öhhö öhhö.
- o zaman yaşamanın ne anlamı vardı?
-anlamı olduğunu kim söyledi?
-olmak zorundaydı. hala olmak zorunda. öhhö öhhö.  bugün acı çekiyor, nefret ediyor olabilirsin. kırgın, küskün... unutulmuş ve yalnız hissedebilirsin, umutsuz çaresiz olabilirsin. ama...
-öhhö öhö... bak işte cehennemi tasvir ediyorsun.
-cehenneme inanıyor musun?
-orada yaşıyorum. sen de öyle.
-o halde cennete de inanmak zorundasın.
-senin cennete inanman onu gerçek yapmaz.
-tam tersi senin inanman onu gerçek kılar.
-öhö... şiire ve masallara inanıyordum ben en çok, biliyorsun.
-bense yalnızca gördüklerime inandım. öhö öhhö.
-bana cenneti gördüğünü mü söylemeye çalışıyorsun?
-hayır. gördüklerimin umut verici olduğunu...
-polislerin ışığı o, umudun değil.
-yine de bütün bu olanların bir amacı olmalı. varlığımızın bir amacı... yaşadıklarımızı doğru okuyabilmemiz lazım.
-işaret mi arıyosun?
-görebiliyor musun?
-hayır ama bu hissi biliyorum. öhhö.
-nasıl?
-bişiy bekliyosun. bişiy umuyorsun hayatından. öhhö. herşey bir işaret, herşey bir belirtidir bekleyen insan için. hayret etmeye, inanmaya, yorumlamaya, hayal etmeye, aşık olmaya hazır kişi için. öhhö öhö. işaret ararsan bulursun. kanıtlamak istediğin herşeyi de doğrulayabilirsin buldukların sayesinde. ama aynı durum, tam tersini kanıtlamaya çalışan bir diğer işaret avcısı için de geçerlidir.
-öhhö öhhö. kendi adıma bardağın dolu tarafını görmeyi tercih ediyorum.
-tercih ediyorummuş. istesen de boş kısmını göremezsin zaten.
-iyiniyetim seni neden rahatsız ediyor?
-beni rahatsız eden iyiniyetin diil, iyiniyetli olmanın bir zeka yoksunluğu, bir kusur olduğunu görememen. ve hatta bunu bir meziyetmiş gibi taşıman.
-neden kalbimi kırmaya çalışıyorsun, benim yalnızca umuda ihtiyacım var.
-ölüyoruz ikimiz de. buradan çıkamıycaz. haksızlığa uğrayıp işsiz kalmanın, sigortan olmadığı için annenin ilacını yazdıramamanın, annenin ölümünün, gelip hastaneyi yakmanın hiçbir anlamı yok. bütün bunlar sana birşey öğretmek için yaşanmadı. şu yaşadığımız hiçbirşey daha güçlü daha iyi ya da daha kötü birer insan olabilmemiz için hayat dersi değil. bütün bunlar bir sınav değil. hem öyle olsa bile sınıfta kaldın. ama değil. boş yere...  öhhö öhhö. Abidin boş yere... Amına koduğumun herifinin egosu yüzünden bozuk para gibi harcandın!

abidin bunun üzerine şakağına dayadı silahını ve bastı tetiğe.

19 Ekim 2012 Cuma

neresinden vurulmuş diye soran olursa, sırtından dersin abidincim

başkalarının kanatlarıyla uçmaya çalışmak tehlikeli ve yasaktır!
hayal sahasına baretsiz girmek tehlikeli ve yasaktır!
karşıdan karşıya geçerken önce sağ, sonra sol omzumuzdaki meleğe selam veririz!
ilk görüşte yangın, lüzumsuz ise söndürünüz!
onur, yangında ilk kurtarılacak!
gözyaşlarınızı boş yere akıtmayınız, türkiye çöl olmasın!
insanları nasıl bulmak istiyorsanız öyle bırakınız!
düşlerinizi fırçalamadan yatmayınız!

ilkbahar yaz, sonbahar kış kış...

http://www.youtube.com/watch?v=VNt9FqqBNiI

16 Ekim 2012 Salı

gördüm, gördüm ve içimden birşeyi kazıyarak aldılar


sizde bana ait birşey var bayım!
onu alacağım.
onu alacağım ve gömeceğim...

etinden kesti annem. ruhundan kesti, bana ekledi de yine de olduramadı. gözleri yaşlanmıştı artık, eskisi gibi göremiyordu. uzak yakın gözlükler taktı. dünyanın bütün güneşlerini yaktı, odamı aydınlattı, mikroskoplar aldı da yine de birleştiremedi parçalarımı. sordu sonra "seni böyle kim eksiltti?" sustum.

sizde bana ait birşey var bayım!
sanki kanatlarım.
onu alacağım.
onu alacağım ve kıracağım...

sustum. ben ezbere biliyorum oysa toza ve küle nasıl karıştığımı. ne yama, ne dikiş bundan sonra, tutmayacağımı... sebebimi... ama anneler bazı acılardan muaf tutulmalıdır. bunu Allah baba bile bilir hatta. ben bildiklerimi kendime sustum o gece... oturdu başucuma, sabaha kadar ağladı.

sizde bana ait bir düş var bayım!
sanki gözlerim var!
onu alacağım!
almazsam kör kalacağım...


http://www.youtube.com/watch?v=THQM52jk0gg&feature=related





14 Ekim 2012 Pazar

bana da cesaret versin diye, not düşüyorum buraya

"Bizler daha önce hiç denizcilik tecrübesi olmayan, ama tüm alışkanlıklarını karadan denize taşımak ve yeni bir hayata keskin geçiş yapmak için çok kısa zamanda hazırlanmayı hedefleyen, “Blue Belle” isimli yelkenli teknesi olan bir çiftiz." diyorlar ve başlıyorlar. kesinlikle inceleyin, takip edin.

http://www.cahilcesareti.org/


12 Ekim 2012 Cuma

h'allahım sen süpersin, biz uyuz...

yeni la havle'm. çok eğleniyorum. valla küfürden sakındırıyo beni abidin. sen de dene. halime bak dertli çal, kemancı başımın tacı.

bugün, gelen bi iş teklifinde şahane bi şımarıklık yaptım. çok şükür h'allahım. bi kitap var. iki sayfa daha ekleseymiş yazar, ikiz kulelerle yarışacakmış. neyse bu kitabın bendeki çevirisinden hoşlanmıyordum. başka bi çevirisi var. gözüm o çeviride ama almak istemiyodum. zira anasının amı kadar fiyatı var kitabın. böyle salak gibi hissedeceğim bi durum. vefekat şeytan feci de dürtüyo. neyse ben bana daha önce de gelen bu işi geri çevirmiştim. bunlar boşa çıktığımı öğrenince yine geldiler. "hemen kestirip atma en azından bi düşün" dediler. baktım. elemanın kütüphanesinde malum kitabın istediğim çevirisi var. "bu kitabın ben de bilmem kim çevirisi var. eğer onunla sendeki çeviriyi değiştirirsek teklifinizi sadece düşünebilirim" dedim. ehue. pek alışık olmadıkları bi cevap olsa gerek. bokunu avuçlayan deliye bakar gibi baktılar. şaka yaptığımı sandılar. gayet de ciddi olduğumu anlayınca kabul ettiler.

kıssadan hisse, şişeden kapak, mevzunun yanisi abidinim;  iş de hayat da bu kadar sade benim için. anlaşılmadım kimilerince... dert değil ama artık...

not: kitabın ismini özellikle vermiyorum. bilgiyi saklamak evet aşağılık bi davranış ama inanın kıskanıyorum çok fena. her satırını, her sayfasını... onu da bilmeyiverin, okumayıverin amına goyyim...

http://www.youtube.com/watch?v=LIU45-uC-UU

7 Ekim 2012 Pazar

"abdestsiz dolaşma, saturn seni sikecek" bi dost

malumunuz yaşadığım günleri açıklamaya çalışırken kendime, astrolojiye de merak sardım. merak sardım derken sadece okudum. okudum derken, kavramadım öyle takıldım. takıldım derken vakit geçirmece babında. vakit geçirmece derken işsiz kalan çavuşlar gibi işte.  işsiz kalan çavuşlar derken döner götünü avuçlar misali. götüm demişken... bu soruyu geçelim reca ederim.  neyse efenim kimsenin suçu yokmuş, olay tamamen saturn yüzündenmiş şeklinde takılıyordum ki saturn burcumdan çıkmış, akrep'e girmiş. akrep burcu bi arkadaşım var. iki gündür ona düzenli olarak mesajlar atıyorum, arıyorum. "abdestsiz dolaşma! saturn seni sikeceeek. bi dost" diyip kapatıyorum. yahut "saturnün sana girmesiyle, saturn pluton karşılıklı ağırlamadaymış. bu, alanında çok iyi iki seri katilin ortak iş yapması gibi bişiymiş. bir nevi kusursuz cinayet... senin üzerine ebeni, ebenin üzerine yedi sülaleni, yedi sülalenin üzerine şirinleri de ekleyip öyle sikecekler yeani. abooovv bi dost" yazıyorum. arkadaş çıldırışlarda bittabi. ensesine soğuk nefesimi üfleyerek "kış kapıda kış kapıda" diye diye geziyorum. delirdiğimi düşünüyor. hayır, uyarmalıyım oni. o benim dostum. halimi şöyle tasvir edeyim; dönem filmlerinden aşina olduğunuz, şu çuvaldan bozma, açık kahverengi, kapşonlu bi giysim var. yalın ayak dolaşıyorum. tipik ortaçağ homeless'ıyım. duvarın öbür tarafında akgezenleri görmüşüm ve koşarak köye inmişim. "geliyorlar... akgezenler... geliyorlaaar" kimse bana inanmıyor. akgezenleri bin yıl önce büyük bi şovalye haklamış. artık akgezenler diye bişiy yok. ben ısrarla "geliyolar. sikecekler. kış kapıda kış kapıda" diye sayıklıyorum. akrep burcu arkadaşım o yıllarda kilisenin rahibi. bi tek onun aklı karşıyor. "ne diyon çiçaaam? la olabilir mi valla mı diyon ortaaam" diyor. Yess bildiniz. o da angaralı. yavaştan bi yusuf yusufluyor. sonra da diyor ki "hadi buluşak da cigara sarak"

kıssadan hisse "tinerci mi olsunlar" diyen başpiskopos bilsin, görsün, duysun ki bu köydeki kutsal kilisenin baş rahibi, saturnden korunmak için kendini uyuşturmaya karar verdi. neymiş mühim olan imam hatip okumak değilmiş, 4 artı 4 artı 4ü kim siker müdür imiş... bu da sana kapak imiş... zaten mevzu paralı eğitim parasız eğitim dört dön de götünü ört artı üç bejden ziyade "eğitime hayır" olmalı. vefekat bu başka bi tezin mevzusu. ondan ötürü ondan sebep noktalıyorum. tıp! haaa buradan "din afyondur" sözüne bağlayıp leninciğime de selam çakabilirdim ama başpiskoposla leninciğimi aynı cümle içinde kullanmak istemiyorum. kullanmak istemiyorum derken bile kullanmış sayılmam da hayatın gri tonuna örnek kabul edile. bence tezkere saturn'e çıkartılsın. ekmek bulamayan tai-yeap pastalara gelsin. hatta o kapalı oturumda "evet"lerini göremediğimiz benimvekilimdeğilgiller'in götlerinden girip, ağızlarından çıksın o tai-yeapli pasta. uuuv beybe bak bu iğrenç oldu. üç kung-fu bi evham. amen!

http://www.youtube.com/watch?v=Yql9I2zARd4

bu aralar pes atan kardeşimin karşısına çıkıp bob marley'le götümü başımı sallamak suretiyle sinir etmek, rahip arkşimi taciz etmek, güzel olduğunu iddia eden arkadaşımı ısrarla güzel olmadığına ikna etmek, bunun için saatlerce nutuk atmak, aşık olan bir başka arkadaşıma platonik takıldığını söylemek, başka bi arkadaşıma gizli eşcinsel olduğunu kabul ettirmek ve ona hetero olan eski sevgilimi ayarlamaya çalışmak, rejime giren arkadaşıma whopper menü ısmarlamak,  çaki gibi dolaşmak  fevkaladenin fevkinde keyif veriyor bana. dinden imandan çıkardınız lan beni hipneler! çıkıyorum ve  bir de olaya tyler durden süsü veriyorum. ve buna saygı duyuyorsunuz, inanamıyorum. ondan sonra vay efenim bu kız niye böyle oldu? siz sokuyonuz tribe...

aha! geliyolar yine. yavaş yavaş, sessiz ve diplerden. sizin bağırmadıklarınızı bağırmaya, kusmadıklarınızı kusmaya, ağlamadıklarınızı ağlamaya geldim; wuhuuu kafayı yiyen kim idi? -benidim. mucuxyusss

http://www.youtube.com/watch?v=5m2oYL4lLCI&feature=endscreen&NR=1

6 Ekim 2012 Cumartesi

dibace

her yeni hikaye öncesi bir sıkıntı basar içimi. sık sık acıkırım, sık sık çişim gelir. ağzımın tadı yoktur ne yediğimi ne içtiğimi anlarım. ayrılık acısı gibi bir ağrı... sürekli bir ağlama hissi.

büyük hayaller kurarım sonra. gerçi son hikayeme de büyük hayallerle başlamıştım. yırtıldım. ruhum perte çıkarıldı. şimdi onu yamamaya, söküklerini dikmeye çalışıyorum. ne kadar dikiş tutarım, bilinmez... size hayat kazığı, arkadaş sandıklarınızın hançeri -hani şu sırtınızda saplı duran-, içinizle sevdiğiniz, hala sevdiğiniz, herşeye rağmen sevdiğiniz birinin yanıp yok olmanız için odun taşıdığı, körüklediği cehennemden bahsedebilirim. hatta konferans bile verebilirim. basamak olmak hakkında, üzerinize basılabilecek ezilip geçilebilecek bir basamak olmanız hakkında. güvenmekle ilgili de çok şahane hikayeler anlatabilirim. ve özetle derim ki bu kadar iyiniyetle teslim olursanız, değil sizi, değil ananızı, yedi sülalenizi sikerler, atarlar.

berbat bir hafta geçirdim. satürn ders veriyor dediler, çılgın dolunay etkileri dediler. ben daha basit düşündüm. dedim ki acaba farkında olmadan ah mı aldım. çook düşündüm, uzun uzun düşündüm. ruhum gövdemden ayrılmış, delik deşik yatarken önümde ben çok düşündüm sebeplerini bulmaya çalıştım. kolumu kaldıracak takatim yoktu. sadece ağladım. büyük bir haksızlığa uğradım, işimden oldum. ertesi gün muhasebecimin dangalaklığı yüzünden vergi borcum çıktı, arabama haciz konmuş. bir saat sonra evsahibim aradı. kirayı artırmak istediğini söyledi. neredeyse yüzde kırklık bir artış ve müşterisi de hazırmış. telefonu kapattığımda sadece gülüyordum. kahkahalarla gülüyordum.

ben bu bir haftada güzel büyüdüm. tanıdım neymiş "insan", eşref-i mahlukat neymiş bildim. kendimi de bildiklerimden çıkardım. yükseğe, ulaşılamayacak bir yere koydum kalbimi, insanlığımı. yukarıdan aşağı şöyle bir baktım. tiksinti kalmış geriye.

bazı sorulardan vazgeçtim sonra. insanlar nasıl bu kadar kötü olabiliyorlar, nasıl bu kadar ahlaksız, vicdansız... akşamları başlarını yastıklarına koyduklarında nasıl uykuya dalabiliyorlar, eşini, sevgilisini, çocuğunu, annesini, babasını o sahip oldukları kalplerle nasıl sevebiliyorlar? sevebilme yetileri var mı gerçekten? ya nasıl yiyip içiyorlar bu kadar şeytani fikir ve eylemlere sebep olabilirken, nasıl yaşıyorlar?.. vazgeçtim bu sorulardan. hayat, karma, Allah... herşeyin kaydedildiği o yetkin hafıza günü gelince hepimizle gerektiği gibi ilgilenecektir. tek tesellim bu inanç. ama ben onları kendi tanrılarına emanet ediyorum. Benimkinin merhametinden kuşkum yok çünkü...

bir hafta, yazıdan kalemden kağıttan ayrı kalmak için yeter süre benim açımdan. şimdi yeni hikayeler, yeni hayaller zamanı diyorum ve fuzuli konuyor parmaklarımın ucuna;

"dutsam taleb-i hakikate rah-ı mecaz
efsane bahanesiyle arz etsem raz
lütf ile şeb-i ümidümi ruz eyle
ikbalümi tevfik ile firuz eyle!"

vira bismillah!

http://www.youtube.com/watch?v=PConji0mKP8

29 Eylül 2012 Cumartesi

bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin

onur, gurur, ahlak... ne zor kelimeler abidin. hele bunlarla yaşayabilmek... nerde? bok çukurunun içinde. pavyonda ahlaklılık taslanmayacağı söyleniyor. ya benim ahlakım sandığınız yerde değilse, bacaklarımın arasında?

"düşlere dalmaksızın, bir düşü kavramak" bir süredir aklımı kurcalıyordu. mümkün diil, diyordum. çok çok sevdiğim bir şiirin defosu gibi geliyordu bu cümle bana. şimdi nasıl anlıyorum bilsen, meğer ne yürekten bi cümleymiş. bizzat deneyimliyorum... sana bir düşün matematiğini, mekaniğini ve şiirini verebilirim, gözyaşını verebilirim, isyanını... üstelik "gerçek" mefhumuna boğazıma kadar batmışken.

ben de bilmiyorum mesela mikail'in payından düşeni bana. ibrahim'in, yakup'un...

sonra hayatın muhteşem bir hadise olduğunu düşünüyorum. sorunum büyüyü bozanlarla... bu cümleyi burada düzeltmem gerekiyor. sorunum, büyünün bozulmasıyla. kişi, kurum önemsiz. çok önemsiz. benim sizin allahınızla sorunum var. benim inandığım allah çogzel, gelsene!

abidin yemin ederim, gururla bakıyorum dünyaya. hiç mi hiç acımıyor artık. idrak, ikrar, idrak, ikrar, idrak, ikrar... öyle anlıyorum ki, nefret edemeyeceğim kadar. burada anlıyor olmam, onayladığım anlamına gelmemeli. üçüncü sınıf bi film adıydı değil mi  "ne yaptığını biliyorum" başında geçen yaz var tabi. biliyorum. ne yaptığını biliyorum. ne yaptığınızı... gülümsüyorum. öyle önemli şeyler var ki hayatta. bunlar benim için sıçrama basamağı sadece. sağolun. valla.

çok severdim eskiden şebnem ferah'ı. gerçi hala seviyorumdur, dinlemesem de eskisi gibi...

"hayatıma giren herkese, yaşanmış herşeye teşekkürler, büyüyorum sizinle"

http://www.youtube.com/watch?v=fMtoqfBsq4w 

şarkıyla birlikte adını hatırladım. manidarmış:)

26 Eylül 2012 Çarşamba

hiç işte.


vay efendim öyle olduydu da böyle olduydu... ama şuydu da fekat buydu. lüzumu yok. "ikrar" iyi sözcükmüş lan aslında abidin

http://www.youtube.com/watch?v=tANYElHOFo0

19 Eylül 2012 Çarşamba

bu yaşa erdirdin de beni...

"şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana ya rabbi!
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin.
tütmesi gereken ocak, nerede?"

 beni sabote eden bir dua bu. münacaat... geldi, gitmiyor...

gözyaşı çiğ tanesi, gizli dert veya verem. ne fark eder demişim. bilmeden farkı istemişim... vay ki gençtim...
 

 
 
 


 

16 Eylül 2012 Pazar

böyle böyle çelik oluyor yumuşak metal


geçen gün seninle yaşa(ma)dıklarımı, hiçbir şeye değişmeyeceğimi düşünürken suçüstüledim kendimi. sana kadar kum havuzunda oynuyormuşum meğer. parmağıma batan kıymığı felaket sanıyormuşum. sen böyle sanki kıyametimsin. kişinin kendi kıyameti...

http://www.youtube.com/watch?v=9GhHNK3LVyE

30 Ağustos 2012 Perşembe

belki insan çıldırmaktan yaratılmıştır ya da çıldırmak için fırlatılmıştır dünyaya


önümüzdeki üç yıl içinde ülkeyi terk etmeyi planlıyordum, annemi ve kardeşimi de alarak. dün gece o.c. davasından sonra uzun uzun düşündüm, iki kardeşim daha var ve onların çocukları. yani ki sevdiklerim... kendimi internetten satılık adaları araştırırken buldum. imar izni filan nası oluyodur acaba diye ciddi ciddi takıldım. saatler sürdü ve ben o saatler boyunca holivıd yıldızı gibi hissettim. insan garip mahlukat. halden hale geçişimizi açıklamaya kimya bile yetersiz kalabiliyor böyle anlarda. Hayatın sertliğini ışıltılı hayallerle katlanılabilir kılıyoruz. Bunu niçin yapıyoruz hiç anlamış diilim. neyse gidiceksen sevdiklerini de alıp gidiceksin, kalıcaksan onlarla birlikte mücadele ediceksin sevgi dedim. beni biliyosunuz, pek küfürbaz bi hatunum, çogayıb bi insanım. dün gece haberi okuduğumda içimde büyüyen öfke dalgasına rağmen küfretmekten korktum. şunu hissettim. acaba ettiğim tüm o küfürler teşvik edici olabilir mi? nihayet "dirty talking" diye bişiy var diil mi?.. Açıkçası hangi davranışım, hangi sözcüğüm bütünün içinde neye yol açıyor, bilmiyorum ve ben korkuyorum. Hastalıklı bi düşünce olabilir ama bunu şöyle izah ediyim; çalışıyorum, belki çocuklara masallar anlatıcam onu yazıyorum. Çay istemiş canım. Demlemişim. Ocakta çay. Ben kurduğum masal dünyasına öyle dalmışım orada öyle mutluyum ki çayı ocakta unutmuşum. Fokurduyor su… Bunları biliyorsunuz aslında, benim çaydanlığımdan çıkan buhar, yağmur bulutlarına sebep oluyor ve dünyanın bi tarafına yağmur yağıyor. 14 yaşında bir çocuk sokakta o sıra. Islanmış… çamur pis… bir araba yaklaşıyor yanına. İçinde emniyet bilmem ne müdürü var. Tabii ki güvenicek, çünkü hala polise ve büyüklerine güvenicek yaşta. sonrasını tahmin edersiniz “rızası var” raporu veriyor mahkemeler…  ben yani ne biliyim… burada yazarken, yemek yerken, alışveriş yaparken, aşık olurken hatta, dua ederken belki, senaryo yazarken, küfrederken şiir okurken farkında olarak olmayarak yaptığım herhangi bir şeyle kimbilir nelere sebep oluyorum. Diyorum ki Abidin, Allah kahretsin! ben ne yaptım da bu dünya bu hale geldi?!. Kendimi kesmeme yemek borumdan yukarı fışkıran mide asitlerim engel oluyor her defasında. Kadını, çocukları, hayvanları mağdur eden sistem, katilleri, tecavüzcüleri, işkencecileri de yaratıyor. Katili ve kurbanı yaratan aynı Allah!  Ben işte herhangi biriyim yalnızca adım sevgi. aldığım tek nefesle bile bu tiranlığa fayda sağlıyorsam ben nefesimi tutmak istiyorum. üzüntüden, duyarlılıktan değil. öfke ve tiksintiden! Ve tanımadığım milyonların vebali varsa omuzlarımda işte o zaman acıdan ve çaresizlikten… ben gerçekten bilmiyorum…

28 Ağustos 2012 Salı

hüzünlü bir çift koca kara, hasret...

makul bitişler koyuyor insana en çok, evlat acısı gibi...

biz seninle aynı kurşunun yaraladığı iki ayrı yaralıyız artık.

ben hep nedenlerini sordum, hep açıklamaya çalıştım o nedenleri kendime. allah biliyor, nasıl özlediğimi. ve seni nasıl da senden öte sevdiğimi...

evet sen yokken daha da zorlaşıyor, rakı içerken zorlaşıyor... ama gülerken en çok. birlikte gülmeliydik biz hep. biz hep seninle çok eğleniyorduk evet. ve hep çok dibe vuruyorduk... oturup durduk yere, birbirimizi aşık ediyorduk tanımadığımız adamlara. bak bunu hiçbir arkadaşımız anlayamadı, hep kızdılar bize. ama iyiydik ya biz öyle, yetiyordu... delilikler yapıyorduk. ne çok şarkı söyledik avaz avaz, sarhoş sokaklarda, ne çok dans ettik. ne büyük kavgalar ettik, birinin bize sevgili olmadığımızı hatırlatması gerekiyordu hep. burada gülümsüyorum, mayhoş...

dostluklarda hep, birbirini tamamlar ya insanlar. böyle tasvir edilir bu gibi ilişkiler. biz hiç tamamlamadık birbirimizi. aynıydık.  böyle şeyler bir savaş değil elbette ama kaybeden taraf büyüyor, bunu kendimden biliyorum. artık yoluma seninle değil, yaramla devam edeceğim... 

canım, bir çift koca kara gözlüm, serçe kardeşim benim. insanlar eskir, yollar, şehirler, eşyalar... izi kalır kiminin. bundan böyle ben bu ize gözüm bakacağıma yemin ederim.



http://www.youtube.com/watch?v=PHKSif-sPng

16 Ağustos 2012 Perşembe

bir azarla ölümü düşünen çocuğun şarkısı

Uçuruma açmanın kenarındayız bugün.
Sanki kanatlanmadayız.
Ne kadar sevgiyle konuşsak da
Ki konuşuyoruz.
Korkuyoruz göz göze gelmekten Edip abi.
Korkuyoruz.
Sanki gözler, şiirdir de birbirine
-ama öyle olmalı, değil mi-
Yokuş aşağı inen bir şiir.
-Nereye?
-Ben bilmem nereye…
Biz göz göze gelirsek sanki,
Hayatımızın freni patlayacak gibi…
-Korkmakta da haksız sayılmayız gerçi.

Demin sokaktan bir adam geçti.
Dudağının kenarında sigarası
Parmakları sararmış tütünden.
Sararmış olmalı, görmedim esasen.
Sana benzettim Edip abi.
Yürüyordu sokakta…
Ama böyle balkona çıkmış gibi yürüyordu.
İşte şimdi Galata’da çay içer gibi yürüyordu.
İşte şimdi meyhanede demlenir gibi yürüyordu.
tren yolculuğuna hazırlanır gibi yürüyordu.
Trenler diyorum Edip abi.
Yakup’u çağırmaya benziyordu.
-Yakuuup!
-Yakuuuup!
Yakup diyince ben.
Oturup tütün sarıyorum.
Rakı koyuyorum iki kadeh.
Biri Yakup’a…
Hızlı hızlı içiyorum.
Yerlerini değiştiriyorum eşyaların.
Masayı şuraya.
Sandalyeyi buraya.
Saksıları buzdolabına
Gramofonu defterimin arasına,
Plakları çamaşır ipine asıyorum.
Bir soluk dinleniyorum.
Yavaşlıyorum.
Yavaşlayınca ben, sadece o’nu düşünüyorum.
Yakup’un rakısına uzanıyorum böylelikle.
Ben ne zaman o’nu düşünsem.
Hep Yakup’un rakısına uzanıyorum.
Hızlı hızlı içiyorum.
masanın üzerine sandalyeyi koyuyorum, ters.
Perdeleri tutuşturuyorum.
Kül asıyorum camlara.
İyi böyle iyi.

Sokağa atıyorum kendimi.
Koşar gibi yürüyorum.
Kafelerde oturuyorum, barlara girip çıkıyorum.
Çarçabuk yaşıyorum günü.
Hiç yalnız kalmıyorum.
Sevişiyorum gecelerce.
Unutmak bir hız kazanıyor böylelikle.
Yaşım otuziki Edip abi.
Çağrılmamanın ta kendisiyim.
Bir, o'nun sesiyle...

Bir gün, uzanmıştı ellerime,
Çiçek açıyor gibi uzanmıştı.
Güneş doğuyor gibi uzanmıştı.
Yan yana, yanan iki mumun
Birbirine eğilerek erimesi gibi.
Uzanmıştı.
Tutacak sandım.
Ben eminim o sırada serçeler,
Sözgelimi bir erik ağacının dallarında…
Ama erik ağacı da tomurcuğa durmuş mutlaka.
Dallarında onlarca serçeyle…
O, uzanırken ellerime
Tam da bu an'da
serçeler göğe kanatlanıyordu.
Tutacak, bırakmayacak sandım.
Bir avuç çivi bıraktı, ellerime.

Söyle bana Edip abi.
Ne yapar bir romantik, bir avuç çiviyle?

Mevsimler döndü, etimde paslandı çiviler.
Kaçıyoruz hala.
Bilmem ki nereye?
ama birbirimizden hep en uzağa.

İki insanın birbirine en uzak noktası.
-Gerçi bunu en iyi sen anlatırsın.
Ne kadar çok konuşulursa konuşulsun
Sevgiden
Ve sevgiyle…
Hala söylenmemiş olarak duran sözcükleridir.

O, en çok susuyor
O, sanki hep susuyor.
Susmak sanki bir ırmak da
O, kıyısından su içiyor.

-Ben mi?
Burada yüzüme acı bir tebessüm iliştiriyorum.
Ben.
Ben çok konuşuyorum, Edip abi.
"o" girince lugatıma şiddetli cümleler kuruyorum.
Sözgelimi, özledim diyeceğim.
Kafam karışıyor böyle anlarda.
Özlemekten ibaret kalıyorum yalnızca.
Yoksunluk hissetmek midir özlemek sadece?
Özlemek…
öze de katmak değil midir bir anlamda.
Özledim, özümde aradım ben onu.
O, nerede?
Ben de değil, bir tek bunu biliyorum.
Gövdemin ortasında kocaman bir oyuk oluşuyor o zaman.
Böylelikle özlemek, bir küfre dönüşüyor
Dudaklarımda.
İmalar, dolambaçlı, alaycı laflar…
Uzun, anlamsız, başı sonu olmayan
Ve hep öfkeli sözcükler çıkıyor ağzımdan.

Onu incitmek ister gibi yaşıyorum Edip abi.
Şairin dediği gibi hani
“ona çok kötü bir şey olsun istedim. Beni sevsin”
Ben bu şiiri ne zaman hatırlasam,
Fikrimin ince gülü’nü söylemeye başlıyor Yakup.
Fikrimin ince gülü'nü söyleyince Yakup,
O'nu sevmek, nahif…
Kırılgan ama sertlikten değil, incelikten…
İncelik ki, zayıflıktan değil zarafetten…
Gülümseten, erik gibi mayhoş…
Denize karşı akşamüstü rakısı gibi
Bir şeye dönüşüyor.
Ben işte o zaman da,
Ona çok güzel bir şey olsun istiyorum.
Beni sevsin.

Bir daha ağzımda çivi varken konuşmayacağıma söz veriyorum.
Yutkunuyorum.
Böylece ben ne zaman yutkunmaya başlasam,
O, susuyorum sanıyor.
Duvarlar örmeye başlıyoruz yüzümüze,
Hoyrat tuğlalardan. hemen.
Yabancı bile olamıyoruz artık.
Harp halindeyiz, birbirimize hiç birşey değilken.
Dikenli teller geriyoruz aramıza.
Kan içindeyiz.


Ve böylece biz.
Başladığımız yerin,
-bir şeye de başladığımız yok ya.
daha da gerisine düşüyoruz.
Aramızda konuşulmayanlar, kor.
Birimiz azıcık esse hani, harlanacak ateş.
Çıkacak yangın.
O denli sıcağındayız birbirimizin.
Dokunmaya korkuyoruz.
Esmiyoruz Edip abi. Neden.
Sönmüyoruz. Neden.

Doğrusu bu ya;
O esmek istese, ben sönüyorum.
Ben esmek istesem, o sönüyor.
Ama illa ki birimiz o ateşi hep diri tutuyor.
Bir yanlış zaman mıyız, biz neyiz?
Yanlış iki insan mıyız, biz neyiz?
Aşk, yanmaktan ziyade sönememe halidir, diyorlar.
Öyleyse biz neyiz?

Birbirimizi değil de,
Yağmuru bekler gibi yapıyoruz.
Biri gelecek bir gün.
Bulutlarıyla gelecek, bir gün.
Kül edecek, aramızdaki “şey”i.
Biri gelecek!
Biri alacak, bizi birbirimizden.

-Sonra ne olacak?
-Yara baki kalacak.
biz dediğime de bakma.
Aşkın tekil hali değiliz, biz.
Dilin kuralları gereği. Biz.
Zımpara taşı anlamına da gelebiliyoruz bazen.
Biz diyorum. Biz ki;
ustasıyız kalbimizi birbirimizden esirgemenin!

Bana sorarsan Edip abi.
Duymak istediği sözcüklerin peşine düşmesidir
İnsanın bütün bir serüveni.
Çocukluktan beri bu böyledir hatta.

Bazan oluyor.
Bazan o konuşuyor
Bazan “seni seviyorum” diyebiliyor.
Bunu nasıl başarıyor, ben hiç anlamıyorum.
İçimi bir güzel yıkıyor.
Ama bilmiyorum. Ben. Neden.
Kuşkucu bir güvercine dönüşüyorum o zaman.
Kanatları gövdesine yapışık, spastik bir güvercin.

Sevmek tamam sevmek de,
Ya değilse benim istediğim gibi bir sevmek?
Ayşe’yi de seviyor örneğin. Allah’ı var, Ayşe iyi kız.
Ali’yi de seviyor sonra, arkadaşı.
Kedileri seviyor.
Ve futbolu…
Ali’yi, Ayşe’yi, kedileri ve futbolu,
Sever gibi seviyorsa ya beni de, Edip abi?
Olmayacak iş değil.
-Peki bu aramızdaki kor, niye?

Ömrümce duymak istediğimi duyduğumda, ondan.
İnsanın bütün serüveni, inanacak birşey aramaya dönüşüyor, o zaman.
Tam da bu noktada tanrı, daha bir anlam kazanıyor.

Ben böyle kanatları gövdesine yapışık bir güvercin, kuşkucu.
Düşersem ya?
-Beni bu ağacın en yüksek dalına kim bıraktı Edip abi?

http://www.youtube.com/watch?v=mYVckxZVI_g

etimolojiye giriş vol1: manipülasyon

latince "avuç dolusu" anlamına gelen "manipulus" sözcüğünden türemiştir. "manus, el... pulus/plere, doldurmak... el becerisi olarak da yorumlayabiliriz. elle yapılan bir diğer işlem için bkz; sağ eliniz...

yeraltı edebiyatında "yavşaklık" olarak da geçen "manipülasyon" sözcüğü yazın dilinde ve yerel ağızlarda da farklılık gösterir. bu öyle bir sözcüktür ki söylem farklılığı anlamından hiçbir şey eksiltmediği gibi bilakis zenginleştirir, anlam katmanları oluşturur. manipülasyonu hemen her yerde görebilirsiniz.  farkında olmasanız da o baktığınız her yerdedir. örneğin bir ayrılık şiirinde giden sevgili, kalanı/terk edileni hayattan manipüle etmiştir. ama konumuz aşk acısı değil...  

o halde biz söylem farklılıklarına tekrar dönelim;

dedemin köyünde "orospu çocukluğu"dur manipülasyon... ebemin köyünde "şerefsizlik"tir... dedemin dedesinin dedesinin geldiği yerde "sikiklik" olarak geçer imiş... baba tarafım "onur yoksunluğu" der, anne tarafım "götoğulluğu" evet baba tarafım anne tarafıma kıyasla biraz daha kibar... benim doğup büyüdüğüm mahallede ise manipülasyon "ırzınıecdadınısiktiğiminbeyinsiziişçeviriyofındıkkadaraklıyla" olarak geçer. buradan anne tarafıma çektiğimi anlamışsınızdır. ben ne zaman küfretsem babam ağzıma biber sürer. acıya düşkünlüğüm o zamanlardan kalma. acı eşiğimin bu kadar yüksek oluşunu, çocukken ettiğim küfürlere borçluyum. evet, çocuk yetiştirirken ödül ceza sistemini onaylıyorum.

siz birini manipüle ettiğinizde, aslında mastürbasyondan öteye gidemiyorsunuz. bi kere ne yaptığınızı biliyorsunuz. hadisenin gösterdiğiniz, sandığınız gibi olmadığının bilincindesiniz. bu da zaten o çürük ruhunuzda yeni kurtçukların türemesine neden oluyor. kokuyordunuz, şimdi yanına dahi yaklaşılmayacak bir leşe dönüştünüz. bravo! bu da bi varoluş meselesi, yargılamıyorum. hayatta başarılar diliyorum.

benim adım tomas, bana komaz, mirim!

http://www.youtube.com/watch?v=16aUOSprcvc

4 Ağustos 2012 Cumartesi

karamsar değil sadece hayattan umudunu kesmiş bir abidin, kör kara

umutsuz olmak için pek çok nedenimiz var; bedenlerimizin kırılganlığı, aşkın kaypaklığı, toplumsal yaşamın sahtelikleri, dostluklarda verilen ödünler, yavaş yavaş öldüren alışkanlıklarımız...

şu kesin ki; bizler hiçbir şeye, kendi yokoluş anımıza inandığımız kadar inanmayacağız.

kimse bilmez ahvalimiz, eyvallah!
http://www.youtube.com/watch?v=IUd4ggXRG2Q

30 Temmuz 2012 Pazartesi

senisen

"tüm varlığım benim karanlık bir ayettir, seni kendinde tekrarlayarak çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek"

http://www.youtube.com/watch?v=DRumxfam3Pg

"ben bu ayette seni ah çektim, ah... ben bu ayette seni, ağaca ve suya ve ateşe aşıladım..."

abidin'e mektuplar...

aziz dostum abidin, beni bu aralar üzgün gördüğünü yazmışsın mektubunda. doğrudur... fakat endişelenmeni gerektirecek birşey yok. ya da çok. halimi ahvalimi anlayabilmen için şöyle bir giriş yapmalıyım; değerli dostum, takdir edeceğin üzere klişeler kullanarak konuşmak, yazmak sorun yaratır, çünkü güneşin, ayın, duyguların vs... kalıplaşmış söyleyişlerin ifade ettiğinden ya da bize öğretildiğinden çok daha farklı çeşitleri vardır dünyada. bunu seninle daha önce konuşmuştuk. bir süredir kendi adıma özgünlüğümü yakalamaya, bir üslup kurmaya çalışıyorum. "sensiz üşüyorum" "ayın karanlık yüzü" "şehrin karanlığı" "ayaza keser yüreğim" "yağmur sicim gibi yağıyor" şeklinde kalıplar kullanmamaya özen gösteriyorum. lakin küfürlerde çok zorlanıyorum. ananınaminoyim demek yerine "valideciğinizin avret yerlerine duhul edesim var" şeklinde süslü kelimeler kullanmak, yazdıklarında ve söylediklerinde özden uzak, gösterişli "yazar"ların işi gibi geliyor. yahut "anan seni doğurmamış sığğçççmış sıığğçmış" özlü küfrünü "amigdalasını buzlu badem diye satmış onun babası" / "limbik sistem kalmamış o gün meleklerin tükanında onlar da seyrantepe sanayiinden "meydinşayna" dümbük sistem alıp takmışlar beynine..." şeklinde ifade etmek, anlaşılır olma sorununu doğuruyor.


sevgili dostum, göte göt demenin hakaret sayıldığı bir dünyada ben gerçekten, kendimi ifade edebilme zorluğu yaşıyorum. ve idrak edemiyorum kişileri kurumları... sebeb-i hüznüm bundandır...

daima senin sevgi...
http://www.youtube.com/watch?v=16aUOSprcvc&feature=share

"ya kırdığın gönlü Allah seviyorsa? bilemezsin, bilseydin ödün kopardı; dokunamazdın... "

auschwitz, "n'olmuş yalandan bi olay" "oruç tutmuyorlarmış" "malatya'nın provakasyon olduğunu düşünüyorum" dediğin yerde başlar.auschwitz "ama bizim de askerlerimiz şehit" dediğin yerde başlar.auschwitz "biz" "onlar" ayrımı yaptığında, ben "malatya" dediğimde senin "şemdinli" dediğin yerde başlar. auschwitz, basının medyanın kör sağır olduğu yerde başlar. auschwitz "galeyana gelmeyelim" dediğin yerde... aslında uzağa gitmeye gerek yok. sivas var. ve ne biliyor musun, sivas'ta gösterilen "adalet"tir bugün malatya'yı teşvik eden...

evindesin. korunağında... toplanmışlar ve seni aileni linç edecekler. "bizi öldürmeye geldiler" diyor kızın. büyük kızın ağlıyor... belediye başkanı  vatandaşa "evinizi boşaltın" çağrısı yapıyor. ben o an ki çaresizliği tahayyül edemiyorum sadece hissediyorum. sen de dene! en sevdiklerini koruyamama ihtimalini, korkuyu düşün. evinin sana mezar olabileceğini... yakılabileceğini... evin orası senin evinnn! başına yıkabilirler. Geldiler...

"devlet diyarbakır'da şöyle müdahale etti ama bak malatya'ya gelince bişey yok", "sahura kalkıp adam mı yakıcaksın" "müslümanlar sahurda" gibi kıyaslamalara girmiyorum. bu türden kıyaslamalar  faşizmi çağırıyor. kırıntısı kalmış toplumsal vicdan parçalanıyor kıyaslamalarla. taraf olmak zorunda kalıyor herkes. hayatta elbette taraf olunucak. olunmalı. ama seçeneğin tek başına faşizm olmaması kaydıyla!








25 Temmuz 2012 Çarşamba

"gideceğim namussuzum gideceğim, öküz gibi yaşayabileceğim bir yere"

proust'la ilgili bi makale buldum onu okuyom, ferdi tayfur dinliyom, kafamda günün golü, cigara da sarıyom. az sonra lahmacun viski olayına da girecem. "şair burada içsel karmaşasını zıtlıkları ön plana çıkararak ifade ediyor" diil abidin olay. "sentez?" sentezine sogayım. halim ahvalim bu, dağılmamak için zorlanıyorum... bi de çogacayip, proust okuyorum diyince bişey, ferdi dinliyorum diyince başka bişiy oluyosun. ve ben hala şu an ferdi tayfur dinliyorum diye kendimi açıklamak zorunda hissediyorum. valla bu ilk filan diyesim geliyor. niye operanın balenin piyanonun bi takım "elit" zevklerin içinde büyümüş gibi davranmam bekleniyosa. üstelik kaval ilen koyun gibi güdülenlerin yurdunda. aristokrat zevklerim yok çok üzgünüm ama zaten türkiye'de de öyle bi sınıf yok. üzgünüm size bu sosyolojik gerçeği aşikar ettiğim için. yok... olsaydı ben eminim, ilk bizim aYle aristokrat olurdu ... neyse bi şarkısını keşfettim ferdi tayfur'un, buradaki paylaşımlardan. sürekli "repliii" yapıyorum. böyle çıkmışın köprüye, bırakacan kendini. işte bu şarkı da suyun yüzeyine çıkmayım diye bağladığın ağırlıklar vücuduna. öyle. virginia woolf'un cebine doldurduğu taşlar gibi... ya da günün psikolojisiyle ilgilidir hadise, ben bilmiyorum. ben zaten şu hayatta hiç bi sikim bilmiyorum. siz biliyosunuz. sadece siz... ve siz on numara mükemmelsiniz. ben diilim...

doğal seleksiyon diye bi hadise var ya hani evrim teorisinde. heh işte, intihar da onun bi sonucu... abartmanın lüzumu yok yani.

20 Temmuz 2012 Cuma

işte şimdi gitmeli...

eskiden köşk olan bir otelin denize bakan odasındayım. masamı pencere önüne kurdurdum. eşyalar tamamen antika, duvarlar, ışık, küçük detaylar... herşey ama herşey bir hikaye konusu... denizi izliyorum. üst katta kalanlar galiba balkona çıktı. emin değilim ama sesi çok yakından geliyor şarkı söyleyen kızın.  "sensiiiiiz saadet neymiiiiiş" minik bir jest yapmak istiyorum ve açıyorum şarkıyı. yaşar güvenir'e eşlik ediyoruz birlikte. görmüyoruz birbirimizi...

şarkıda şarkı ama, pek manidar...

tenime değen rüzgar, ağaçların hışırtısı...

öyle huzurluyum, öyle mutluyum ki, işte şu pencereden bırakabilirim kendimi, kanatlarıma güvenerek. evet onlar var. ben çok eminim bundan. belki birgün size kanatlarımın nasıl çıktığını da anlatırım... şehrin ışıklarının gözlerimizi kamaştırdığı, herşeyin ve herkesin uzakta olduğu bir gece de...

boğazımdaki yumruyu...

belki bir gün...

http://www.youtube.com/watch?v=Z-Z0HbnNqT8

18 Temmuz 2012 Çarşamba

ben sadece atan bir kalbim, başka şey değil ne akıl ne mantık... sadece atan bir kalp

gerçekte hiçbir suçlunun bulunmadığı bu tiranlığa katlanmaktan bezmiş biri olarak, hayatı mahkum etmenin tek yoludur kendini yok etmek. yarının hiçlik olması tehdidiyle kimse mutlu olamaz, olmayacak...

"çölde
bir yaratık gördüm, çıplak, vahşi...
çömelmiş oturuyor,
yüreğini ellerinde tutuyor
yiyordu.
dedim ki "tadı güzel mi dostum?"
"acı acı" diye karşılık verdi;
"ama seviyorum
çünkü acı
ve benim kalbim"

crane

"usulca giderim güneş gibi batısından bu kentin..."

"bir eksildik işte. hayat boyu niye var olduğunu, kim olduğunu sordun. artık yoksun. şimdi mesut' musun?" demiş ilkay...
burnumun direği sızlıyor...
kızıyorlar mesut'a, neden diyorlar, erkendi, ani oldu be... benim diyecek bişiyim yok. içim yanıyor. onu biliyorum bi tek ve bir de bi kere anlamaya başlayınca ölüme yakın duruyor insan, bunu biliyorum... insanın kendi kararıyla çıkıp gitmesi bu dünyadan, bir karar anı diil sanki. "kalıp mücadele etmek" ya da "vazgeçip ölmek/gitmek" diye bir seçim yok önünde. gitmek, tek seçim... ya da işte intihar, doğal sonucu bu gidişin... belki de seçeneksizlik halidir, bilmiyorum.
ayakları yalındı o fotoğrafta. neden...

nilgün'ün yanına gitti diyorum kendi kendime. kaan'ın yanına, sylvıa plath, cesare pavese'in... öyle ya, kendi isteğiyle gidenlerin toplandığı bir yer olmalı diil mi, uzay boşluğunda? bu dediğime inanmıyorum... tesellisi yok bunun.




17 Temmuz 2012 Salı

gitti o... "bi topuk"

dediler ki "inşaattan atladı, öldü" ... yalaaaannn! umutsuzluktu onu aramızdan çekip çıkaran!

16 Temmuz 2012 Pazartesi

daha çok korkar oldum yaşamdan birini canına kıydırdı diye


Bir binanın tepesine çıkarsın ve bırakırsın kendini boşluğa. Sen yükselir yükselir, uzay boşluğuna fırlatırsın kendini. Onlar yere çakıldın zannederler. Hayatla ilişkini bitirirsin; seni çürüten tüketen herhangi bir ilişkiyi bitirir gibi, yani kesip alır gibi kangren bir yarayı… onlar “intihar” derler. Bu dünyanın kapısını çarpıp çıkmak gibidir, bir binadan atlamak. Kapıyı çarpma şiddetini yere çakılma şiddetin belirler. Belki ilaçla intihar edenler, sen uykudayken sessizce hırsız gibi terk edenlerdir kendi hayatını, evini, bu dünyayı… Kapıyı usulca açıp, çıkıp giderler… ki sen sessiz sedasız gitmeyi de denedin...

Bugün çarpıp çıktın o kapıdan. Bunu düşününce canım yanıyor.

Sana sormak istediğim tek bir soru var aklımda. Yok. Buruşturma hemen suratını “neden yaptın” demeyeceğim…  Paxil kullandın mı? iyi geliyo çünkü o.

ah be mesut...
...
ahhh be...

13 Temmuz 2012 Cuma

bu aşk burada biter ve ben çekip giderim. yüreğimde bir çocuk, cebimde bir revolver. iyi günler sevgilim


Sadece onu özlemiyorum Abidin. Onunla ilgili her şeyi özlüyorum. Gözünün değdiği yeri, içtiği sigarayı, efkar sebebini kahkaha sebebini… sevdiği şarkıları filmleri… kızdığı adamları hatta… yüzünü… gözlerini… gözlerindeki ışığı… kirpiklerini… dalağını böbreğini götünü başını… bi Dakka lan. Göt mü dedim ben. Omg Abidin eğer onun bi götü varsa bırt yapıyordur. Kaka yapıyordur. Üff iğrenç. Tanrısal bi hadiseydi benim için o. Aşk hakikaten de insanın gözünü kör ediyomuş. Nası fark edemedim. Büyük hayal kırıklığı yaşıyorum şu an. Benim sevdiğim adamın götü olacak öyle mi?.. Normal mi? Ne’si normal Abidin. Kabul etmiyorum. Olmaz diyorum. O-la-maz. O’kaaa! aşk ve göt aynı cümle içinde bile kullanılamaz. Aç sor tdk’ye. Yazım hatası olur, anlam hatası olur, oluroğlu olur. Neyse. Vazgeçcez. Zararın neresinden dönersek elmadır. Sen armut diye mi biliyodun? Sor bakali gogıla. Karmış. Zararın neresinden dönersek kardır. A’nın üzerinde inceltme mi var? Oha Abidin. Tdk tiner mi kullanıyo. Skandal!

http://www.youtube.com/watch?v=Ahh1rP0qL-s

 

mavi ekran veriyorum

bir kere daha pişman olmuşsam, bi yerde bi hata yapıyorum demektir. daha önce de yaptığım bi hatayı tekrar ediyorum. bu kesin... mutsuzum. şevkim, inancım kırıldı. ve yolun henüz başındayken bu böyle. beynim infilak raddesinde. yetersiz hissediyorum, beceriksiz hissediyorum. herkesi memnun etmeye çalışırken, mutsuzların en mutsuzuna dönüşüyorum. hayır, insanı kendi emeğinden, bebeğinden soğuttuğunuzda nasıl olacak ki.üstelik ben bu bebekle gerçekten de dokuz ay boyunca yattım kalktım, hayatımı buna göre düzenledim. uyumadım. geriye kalan herşeyi bıraktım sadece bu bebeğe harcadım tüm enerjimi, umudumu, emeğimi... doğurup camii avlusuna bırakmak için yine diil mi. kendimi sokak köpeği gibi hissediyorum.

sadece şu sözler  "eski bir madende göçük gibiyim, toprağın altında kalabilirim"

12 Temmuz 2012 Perşembe

yalnızlık sana mahsus rabbisi, ben şirk koşan kullarından diilim, tövbestağfurullah. ama...

yalnızlık iyi hoş güzel ammaaa ziyan... günah. misal; annem zeytinyağlı filan yaptıydı gitmeden evvel. bissürü bissürü. onlar bile bozuluyor... ekmek küflendi, ekmeklikte. kiraz aldım, çürüyor buzdolabında... yazık yani. bulamayanlar var.  o bakımdan. yalnız hissetmek bi israf biçimi. tabi sen daha iyisini bilirsin rabbisi...

ama beni bunca yalnız bırakmayaydın iy'di. öte tarafta şirkle suçluycaksınız bi de beni diil mi?. :((( 

http://www.youtube.com/watch?v=rQLZoclskdE

8 Temmuz 2012 Pazar

muhteşem olucak:)

"muhteşem olucak, bunu biliyosun diil mi"
dedi bana. aslında bilmiyorum ama duyunca, şimdi aklıma geldikçe içimle gülümsüyorum. kalbimde, kan hücrelerimde, iliklerimde hissediyorum bu cümleyi.

uzunca bi zamandır, hayli uzunca bi zamandır duyduğum en güzel şey "muhteşem olucak" korkma diyor, sakin ol diyor, inan diyor. bi bilgelik var. ya da bana öyle geliyor, ne biliyim...

bi ince hüzün var yine de. ama öyle delirdiğim anlar gibi diil, herşeyi yakıp yıktığım zirvelerim gibi... diil. bunu söylemek için erken mi bilmiyorum ama büyüyorum galiba. anlamaya çalışıyorum bana ne olduğunu, düşünüyorum. hep bi kemik resmi geliyor gözümün önüne. kırılan kemik, benmişim o. çat diye iğrenç bi sesle kırılıyor ve saçılıyor kan, ilik, hücrelerin... ortalık berbat. ortalık kokuyor. güneş değiyor ve çürüme başlıyor. kurtçuklar... yazarın burada güneşle kastının umut olduğunu belirtmeme gerek var mı? beni çürüten hep bir umut idi. ya da içimdeki o müthiş umut etme potansiyelini yanlış kullanmam. burada gülümsüyorum...

düşünüyorum ben böyle kendimi. bana ne olduğunu. artık kemik diil de saksıda nergis olarak görüyorum kendimi. cam önünde, biraz susuz kalmış. güneş değiyor, sararma başlıyor. hiç ses çıkarmıyor nergis kururken, solarken, ölürken. etrafa bulaşmıyor, kötü kokular saçmıyor kemik gibi. çürüme yok. kurtçuklar yok... sessizce gidicek nergis... zarif bi gidiş bu. ve annem o pembe saksıya başka bi çiçek dikicek...

"muhteşem olucak" evet artık biliyorum...

http://www.youtube.com/watch?v=rQLZoclskdE

5 Temmuz 2012 Perşembe

beni unuttun mu?

çimenlerin üzerinde yürüyorum yalınayak. günün en erkeni. sis var. bulutlar yere inmiş sanki. gövdem, başım belime kadar bulutların arasında. siz olduğunuz yerden baktığınızda yürüyen bir çift ayak görüyorsunuz sadece. bulutlar... ağzıma, burnuma, saçlarımın arasına ve gözlerime doluyor.  hafif bir ıslaklık var havada. sabah çiği. neden bilmiyorum beyaz, üzerinde kırmızı yeşil küçük çiçeklerin olduğu bir etek var üzerimde. uzun değil, kısa da... üstüm çıplak ve omuzlarımdaki sivrilik bulutlara batıyor. bunun için özür dilemiyorum...

yürüyorum. çok yavaş. kulaç atsam süzülür müyüm dememe kalmadan, ellerim kollarım öne doğru uzanıyor ve kulaç atmaya başlıyorum. bunu düşünmedim. tam düşünmek üzereydim ki, yaptım. ayaklarım yerden kesiliyor. bulutların içinde yüzüyorum, balık gibi. siz olduğunuz yerden baktığınızda hiçbir şey görmüyorsunuz artık. ben tam böyle huzur... ben tam böyle dua... ben tam böyle şiire çeyrek kalmışken, çimenlerin uzadığını görüyorum. uzuyor uzuyor onlar. ayak bileklerimden tutup beni, çekiyorlar aşağı... toprağa... saçlarım bir oyuğa takılıyor... çekip kurtarmaya çalışırken ellerim de oyukta kayboluyor. oyuk gövdemi yutmaya çalışıyor. bunu nereden bildiğimi inanın bana bilmiyorum. ama bu oyuk, omuzlarımdaki sivriliğin bulutlara batarken açtığı yaralardan oluşuyor... yaralarım beni yutmaya çalışıyor. ve çimenlerden kurtulamıyorum. ikiye ayrılıyorum. ben böyle bölünürken, ben böyle kopartılırken kendi kendimden, siz olduğunuz yerden yalnızca telsiz seslerini duyuyorsunuz.

bacaklarım gövdemden ayrıldığında yara beni tükürüyor. bedenimin yarısı yok, saçlarım kazınmış. o güzelim sabah çiği, güle menekşeye düşen, hemen hepimizi tanrıya inandıran sabah çiği, koparıldığım yerden iltihaplandırıyor gövdemi, göz göz... göz göze geliyorum tam da bu sırada çimenlerin aldığı bacaklarımı dişleyen karıncayla. kocaman bir karınca ordusu. etimden parça taşıyorlar yuvalarına. ağırlıklarının doksan katını kaldırabilen tek canlı türüymüş onlar. sayabilsem şimdi o karıncaları, ne kadar zaman içinde, benden geriye hiçbir şey kalmayacağını yeryüzünde, hesaplayabilirim. matematiğim fena değildir. ama karıncalar, ben çocukluktan sizi incitmemeyi öğrenmiştim. hani sırat'tan geçerken bana yardım edecektiniz? din bilgim, pekiyi...

umudum, hayallerim, sevmelerim iltihaptan sızıyor.  yaralarım çürüyor, kurtlanıyor. milyonlarca larva oluşuyor. siz yalnızca gazetelerden okuyorsunuz. "bazı kentlerde gökten ölü kurbağa yağdı"  çocuklar dere kenarlarında, kanal boylarında kurbağa eziyorlar taşla... insanın gövdesinden kurbağalar koparken, inanın bana acıyor... çok acıyor...  çocuklar kurbağaların başını ezerken bu kez de ruhumda yaralar oluşuyor... eyüp'e dönüşüyor ruhum. "beni unuttun mu?" diye haykırmak istiyorum. sormak istiyorum "neden"... sorularımı, fikirlerimi, rahatsızlıklarımı, kırgınlıklarımı ve kızgınlıklarımı... kendime saklamasını öğrendim. haykırmıyorum. sormuyorum. o, aklımı okuyor olacak ki... belki de gerçekten şah damarımdan bile yakındır bana. cevap veriyor. dile gelerek değil. küre göstererek değil. ilhamla... ama içime doğan bu bilgiyi sizinle paylaşmayacağım.

kıldan ince, kılıçtan keskinmiş bu köprü gerçekten de. tarif eden, daha önce görmüş olmalı... ben o köprüyü karıncaların midelerinde geçiyorum. bacaklarımı yemeleri boşuna değilmiş, ancak şimdi anlayabiliyorum. aşağısı alevler... alevlerin tam ortasında bir kalp var, atıyor. binlerce karıncanın gözleriyle görüyorum. tanıyorum. benim kalbim bu. acısından tanıyorum. ve bağırıyorum. cehennem diye birşey yok. cehennem diye birşey yok. cehennem kişinin kendi yangını... bu kadim sırrı aşikar ettiğim için tanrı köprüleri yıkıyor. alevler binlerce karıncayı yutuyor...

yandıklarını bile anlayamadan... birden küle döndüler, bu yüzden hiç acı çekmediler.

29 Haziran 2012 Cuma

ruh tamircisi: 20 mg paxil


dün, böyle saçlarımdan tutup kendimi, duvara vura vura kafamı ezmek istiyordum. asla böyle bişiy yapmadım tabii ki. deli manyak gibi o ne öyle. ama sürekli olarak bu resim geliyordu gözümün önüne. böyle tutuyosun ensene dökülen saçlarından, yolarcasına, vuruyosun kafanı duvarlara çat çat çat, ezilene kadar aralıksız. sonra düşündüm, şimdi bunu bir başkası yapsa, olabilir,  yani biri gelicek tutucak kafanı, vurucak duvara. ölürsün öyle ama adı cinayet olur. bi insan kafasını sistematik bi şekilde duvara çarpmak suretiyle intihar edebilir mi? uzun ve ağrılı bir süreç ya böylesi. düşünsene abidin, kafanı onbeş yirmi kere vurmuşsun vurmuşsun, muhtemelen o an bilinç bulanıyordur. işte burdan sonra devam edip etmeme kısmı? yani hala devam edebilicek cesarete sahip midir bunu yapabilen insan?ya o ruhsal acının yerini fiziksel acı alır da pes edersen? işin matematiği diyorum, önemli yani. bi de şunu düşündüm, böyle bi niyeti olan kişi asla sarhoş olmamalı. gram alkol almamalı ki, o görkemli eylem içkinin gölgesi altında kalmasın. bi de beynimiz keşke biraz estetik bi organımız olsaydı. malum, duvarda kalıntıları olucak. off zor işler abidincim.

tabii kafayı yerken, insan dibini iyice sıyırmalı. nimet. günah. afrika'daki açları düşün şekerim. haha şaka yapıyorum lan. halay çekicem zaten birazdan. hiç bilmem, hiç de sevmem. amaaan ne önemi var.

http://www.youtube.com/watch?v=OtXsbEbB2NI

uyunmuyor, uyutmuyor

bizim bu insanca üzgünlüğümüz dillere destan demiş şair...
öyle...
yarın paxile başlama zamanı...

http://www.youtube.com/watch?v=twuD9_DPCoU

28 Haziran 2012 Perşembe

sen bilirsin olsun bu şiirin adı…


Soluğumu tutmuş gibi tutuyorsam da onu içimde
Bu hala sevdiğim anlamına gelmez kirpi.
Ama tıpkı merhem kullanmayışımın,
Yaralarımın olmadığı anlamına gelmeyeceği gibi.

Sen şimdi ister sev, ister terk et beni
Ben seni derdime derman yapmadım inan ki
Yeni bir dert, yeni bir bela sarabilirdim seninle başıma
Gitmek istiyorsan, nasıl kal diyebilirim sana kirpi?

Önemli not;
zamanı durdurmak istediği yerdedir mültecinin vatanı
Göğsünü vatan saymam boşuna değildi kirpi.

http://www.youtube.com/watch?v=kX4-OMWCdCc

27 Haziran 2012 Çarşamba

yasyabancı

hiçbir tüfeğe gelmeyen bir serçe, sen.
ucu kendine kıvrılmış bir hançer, ben.

***

seviyordum.
hep uzaklardaki
en uzaklardaki bir ufkun fotoğrafına bakmak halinde
seviyordum seni.
sökülürdüm her defasında yeniden,
şakağıma dayardım da gözlerini
gök kalbimden bir dua çağırırdı
ben hep seni yalvarırdım.

belki beni duydu tanrı...
ama hiç anlamadı...

                                            (tanrı beni anlamadı diyorum
                                             melekler uyuyor mu?
                                             ama sizin maaşınızı ben ödüyorum vergilerimle)

bir gece, çalışmadığım yerlerden yaraladın beni.
kolumu, kanadımı, omurgamı kırdın.

kaçırıp gözlerini nasıl da gittin içimden;
kalbimden, damarlarımdan ve bileklerimden
son gidişindir bu...
zamana mıh salmış yokluksundur.


fünyeli bir yarayı etkisiz hale getirmeye çalışmak gibidir,
bugün seninle iki yabancı olmak...

şimdi gök yine kalbimden bir dua çağırıyor
ben omurgamı yalvarıyorum
ve melekler uyuyor
tanrı beni hiç anlamıyor...

http://www.youtube.com/watch?v=NPLjgd4euEs

seninle ne zaman uyusam hep bi şarkıya dönüşüyor rüyalarım

gecenin yağmuru geçmişken üzerimizden, başkalarının hayali olmadan gözlerimizde bakabilmişken birbirimize ve zamanı durdurmak istemişken tam da o an'da, anladım ki benim vatanım senin göğsündür, baş koyduğum...

http://www.youtube.com/watch?v=jy-4pGTneWk

26 Haziran 2012 Salı

fakyea yazar olucam, sarışın olucam, uyumlu olucam ben

Dün gece uyumadım, abidin. Uyuyamadım doğru dürüst. Imığa koyim neymiş yazar olucakmışım. Hahhayt! Sartre mikteşem kitaplar yazmış. Şahsi peygamberlerimden biri üstelik. Ne geliyo aklına “sağtıı” diyince. Bakire kızları becermekten hoşlanan bi sapık.  Strindberg? anneciğiyle ilgili değişik fantezileri var zannımca... Genet? Hırsız! Marks diyince? Çok zengin bi ailenin bira göbekli çocuğu… Dostoyevski? Kumarbaz evet. Anarşizmin babalarından Kropotkin? Ekmeğin Fethi hani... Prensmiş lan adam. Yuh… Shakespeare’in de ibne olduğuna dair söylentiler bi bitmedi… örnekleri sıralasam burdan köye yol olur. bu adamların yazdıkları pek az kişinin skinde!

günün birinde yazar olursam ezkaza, beni ne diye anıcaklar acaba? domuzun tekiymiş lan? pipisiz karı?.. patavatsız amcık?.. otçul kaltak?.. anarşik maymun?.. ne yazdığım kimsenin umrunda diil, olmuycak... herkes meşrebi kadar anlıycak beni. ve ben anlattıklarımdan diil, onların anladığından sorumlu tutulucam üstelik. ne saçmaymışsınız lan!

ayrıca bu nescafe ıce ziyadesiyle bok bi içecekmiş. bok dedim de saçımdaki lacivertler de bok rengine döndü. açım ama canım bişiy istemiyor, karpuz çiş getirici bi yiyecektir. hayır sıcaklardan bahsedip de hiç ona anlam yüklemiycem, klimaymış fanmış burnumu tıkıyor, alerjimi azdırıyor. gerizekalı kumrulara da küstüm. ha, senin haberin yok abidin. camın önüne iki kumru yuva yapmıştı. ferhat ile şirin koymuştum isimlerini. yumurtanın adı da merhamet'ti. geçen sabah ferhat, yumurtayı gagalayıp kırmış. konuşmuyorum artık onlarla. zaten konuşamıyodum, kumruca bilmiyorum ben ama şimdi hiç yüz vermiyorum. geliyolar, konuyolar bakıyolar filan. cık. büyük küstüm kumrulara... basıp gitsem diyorum her akşam, hava serinlediğinde. ertesi gün vazgeçiyorum. saplandım sanki bu şehre. çok üşeniyorum gitmelere... ay sonunda implant takılcak dişime. yine genel anestezi amına goyim. akşam kirpiyle rakı içcez, nasıl gözümde büyüyor duş al, giyin çık... revizyon var, yapmıcam yeniden yazıcam. senaryo sikmek diyorum ben buna, pek tahrik edici geliyo bana...

öyle işte. bu aralar çok zorum ben kendime, abidin.

http://www.youtube.com/watch?v=jySfU10IQu4

"derin bir ah çektim içim yandı"

Ah be edip abi. olaydın, anlataydım sana kanatlarımı nasıl soyunduğumu. ben böyle nasıl da inanmaya hevesliyken, artık uzak bile olamadığımızı... Ah be edip abim, iki gözüm hasret bir uzaklık ölçüsü diil artık... Ben bunu bir gün, kafam çok güzeldi o gün. Allah babaya bizzat... bak ben kendim bizzat söyledim Allah babaya! dedim ki ona. tövbestağfurullah allahım ama bana benim kanımı içirecekseydin madem, suyu niçin yarattın?.. Cevap veremedi edip abi. Cevap veremedi... Ben o gün bunun üzerine daha da bi, ama nasıl... daha da bi sarhoş oldum. ki henüz, üzüm yaradılmamıştı...

edip abi? kökünden sökülmüş bir ağaç... kökünden sökülmüş bir çiçek, böyle mi hissediyor? hangi bulut geçerse geçsin göğünden, yeşeremeyeceği bilgisiyle nasıl başediyor onlar? nasıl aldanmıyorlar diyorum edip abi buluta, yağmuruna?..

hala inanmaya hevesliyken bir yalana, tuhaf şey onu duyamamak...  

artık uzak bile diiliz edip abi... bitmişiz ki hem nasıl...

http://www.youtube.com/watch?v=xLvF4Oo4Js4

23 Haziran 2012 Cumartesi

ben bugün bunu öğrendim...


İyi şeyler kendiliğinden olur diyor Oğuz Atay, aynen alıntılıyorum asla yayınlamayacağım “Kendiliğinden” isimli bir şiirimde.

kafamın içinde bu müzikle, sokağa çıkmalı...


21 Haziran 2012 Perşembe

çakma sufi, çakma okur yazar, çakma ahmet kaya'cı geliyoo gaçılın gaçılın

elif şafak, iskender pala okuyup, twitter ve facebooktan mevlana, şems profillerinin takipçisi olunca, retweet yapınca sufi oluyonuz ya, tasavvuf ehli filan ilan ediyosunuz ya kendinizi, gri hücrelerinizin her birine bacağımı sokmak istiyorum ben sizin. hatta sirk ayısıymışcasına siz, kafamı ağzınıza da sokasım var. mal maymunları.

elif şafak ve iskender pala okumanıza bişiy diyemem. beni ilgilendirmez. Elif şafak hakkında tek kelime dahi etmiycem, kadına zati yüklenen yüklenene. iskender pala'nın ne olduğunu cümle alem biliyor. az bi bakın, gazete okuyun, kimmiş neciymiş bi araştırın. kaldı ki bu adamın tutup da od, katre-i matem gibi roman zırvalarının yerine divan edebiyatı araştırmalarını okusanız, kemik gelişiminize, ne biliyim sindirim sisteminize filan faydası olur. ben size okumayın demiyorum. hobi olarak yine okuyun ama inanın bana içerik önemli. bestseller okuyup, kişisel gelişim, çekim yasası, moda olduğu üzre mevlana-şems hakkında yazılmış romancıkları okuyarak (yiyosa fihimafih'i, mesnevi'yi okuyun, makalat'ı okuyun) "çok okuyan" vasfına ulaşmış sayılmazsınız. o yüzden otçu balat bebesi gibi bi de "okuyom ben yea" reklamı yapmayın ağzınızı burnunuzu kırdırmayın.

"varlığınla kıymetini bilmeyeni, yokluğunla terbiye et" hz mevlana! olm bak git! olm bak git! olm bak git, sübyansın, git! laaaağğğn dangoz. sence mevleviliğe uygun bi laf mıdır bu? Hee? ipnenin evladının biri, bi aforizma sıçıyo. başka bi ipnanın evladı da altına mevlana yazıyo. Sonra çakmalar da alıp, mevlana diye paylaşıyor... hele cemal süreya, edip cansever, che, john lennon, bob marley imzasıyla yayılan sikik aforizmalarınız var ki, yemin ederim çileden çıkıyorum. hatta hangi hıyar yapmış bilmiyorum, benim birkaç en aptal, en gamyon arkası yazımı c. süreya ismiyle paylaşıyor. ayıp ayıp. üstada ayıp. ben o sikik lafa sahip çıkamayacak kadar utanırken üstelik. malsınız lan.

internet iyi güzel hoş. koskocaman bir derya. bu deryada doğru bilgiye ulaşmak gerçekten de çok zor. herşey iç içe girmiş durumda. yarın öbür gün, komünist manifestoyu, doğu perinçek'in, tutunamayanları emrah serbes'in yazdığını filan sanan bir nesil çıkarsa ortaya şaşırmam. ah bi de olric'li paylaşımlar var ki, akıllara zarar. Ulan hepiniz tutunamayanları okuduysanız, ben daha bişey bilmiyorum şu hayatta.

bi kaç kişi var. benim de onlara dalasım var. sırf bu yüzden. gerçi gözlerinin üzerinde kaş mı var senin diye de dalabilirim ama tutmuş bana "ayyy mevlaaaağğnaaa" yapıyolar. sanki bi tarkan'dan ne biliyim bi kenan imirzalıoğlundan bahsedercesine. (tamam, gel ne olursan ol yine gel'e aykırı benim bu tavrım farkındayım) "çok okurum ben" yapıyolar bi de utanmadan, ağızlarını yüzlerini ovalayasım, kafalarını duvara sürtesim, beyinlerini pekmez gibi akıtasım geliyor.

bu çakma sufilere zaten gıcığım. bugün benim için bardağı taşıran son damla proust'a da el atmış olmaları. proust ne alaka lan. proust ne alaka!!! herşeyi tüketim malzemesine dönüştürün amına goyim. hiç mi kutsalınız yok lan sizin. ben sizin ananızı bacınızı yiyo muyum?..

Şuna karşı diilim. herşey anlatılsın, herşey konuşulsun. insanlar bu sayede okusun öğrensin. hatırla sevgili'yle nasıl ki gençlerin elinde turan feyzioğlu kitapları dolaştı. deniz'i, mahir'i tanımaya çalıştı insanlar. evet bir pazar oluşturdu ama bir farkındalık da yarattı. bunu inkar edemeyiz. doğru kişilerden, doğru alıntılar belki bilmiyorum işin sırrını. ama çerez olacak yazarlar, şairler, düşünürler diil yahu bu adamlar...  

bu çılgınlığa "üff snane be slkk" diyen olursa da ünlü ünsüz uyumu demem, alfabenin 29 harfinden türlü kombinasyonlar yapıp, bi tarafından sokar bi tarafından çıkarırım.

hee bu arada. magazin gazetecileri derneği, ahmet kaya özel ödülü vermiş. üstümü başımı parçalıycam valla. lan ne yavşak, ne sümük, ne jöle kıvamında adamlarsınız lan. omurgasız mikroplar! siz yemediniz mi lan ahmet abinin başını.  hee?

önümüzdeki yıl, sırf bu ödül kategorisinde yarışabilmek için bişiy yapıcam. oraya gidicem. ve götünüze sokun bu ödülü diycem. yapıcam bunu evet. unutturmaya çalışıyorsunuz ama biz unutturmuycaz. yavvvvvşaaaklaaaağğğğgggrrr

megedeye gidelim yaaar, ödülleri alalııım yar, içeeek içeek ölümüne içeeek degemeye düşeeek yaaar;
http://www.youtube.com/watch?v=cG5cFVcaSII



19 Haziran 2012 Salı

orospu çocuğu yavşak sikiklerin evrensel tarihi

hayatınızda bu tiplerden en az bir tane varsa, türlü oyun, ikiyüzlülük ve yalanlarını anlayabilicek kadar da uzun bir zaman geçirmişseniz onlarla; topluma, sizden sonraki nesillere karşı sorumluluğunuzdur "orospu çocuğu yavşak sikiklerin evrensel tarihi" adında bir kitap yazmak, belgesel çekmek. benim şaşkınlık ve öfkeden beynim kulaklarımdan aktığından yazamıyorum. hala idrak edemiyorum onları. bu konuda yeter tecrübeye sahip olduğumu sansam da, o bilgiye vakıf diilim. öyle ya, raconu, kuralına göre oynamayı daha doğrusu böyle boklar gibi olmanın ne demek olduğunu bilmek gerekir. ben bilmiyorum ama size bu amcık beyinliler hakkında yapacağınız çalışmalar için isim/başlık önerebilirim.
şöyle mesela;

asla güvenilmemesi gereken bir amınoğlunun psikolojisi
kalbini beynini siktiğimin götü/nereden türedi bunlar, nasıl böyle oldular, nasıl yaşarlar
şerefsizler hakkında kısa bir film
bir bokunbokunu nasıl tanırsınız?
yalancı, yavşak, ikiyüzlü, politik, çıkarcı bir sikikle baş etme yolları
bu orrrrrrrrrospu çocuğunu intihara teşvik etmek caiz midir hocam?
Görüldüğü yerde Allah'a havale edilmesi gerekenler
Fotoğraflarını her yere asıp deşifre edilmesi gereken insanımcık modelleri
bi ölün lan siz

biliyosanız bize bu tipleri anlatın, sakınalım kendimizi. ama bunu yapın, rica ederim yapın. yapmazsanız vebalim boynunuza atkı olsun...

edit: çok canım yandı, küfürle ifade edebiliyorum kendimi. yemin ederim kelimeler kifayetsiz...

18 Haziran 2012 Pazartesi

ofsayt düdüğü sendin aşkım

bana bunlarla gelirsen, sana bunlarla gelirim vol1;

neemiş neemiş?.. "sevdim mi delikanlıca severim"miş.
-sevmediğin zamanlarda ibne takılıyon zağar:/

neemiş neemiş?.. "ofsaytı bilen kız buluyum, anında nikahı basıcam"mış...
-futbolu, sudokuyla karıştırıyon, hay allah:/

neemiş neemiş?.. "menemene ekmeğini banan kız evlenilecek kızdır, candır"mış...
-inan çok rahatladım. bacağını sokan da diyebilirdin:/

neemiş neemiş?.. "fifa oynayan kız, alıp evde beslemeliktir"miş...
-aFİFA jale ölmedi miydi:/

neemiş neemiş?.. "rakı içen kadını buldun mu bırakmayacaksın argadaş"mış...
-rakı içmesi, koala seviyo anlamına gelmez ama:/

neemiş neemiş?.. "kelle paça içen kız, gelinim olasıcadır"mış...
-hallahım?.. boşları alabilir miyiz lütfen, masa bi tenhalasın. bilhassa şu boş kulunu...

neemiş neemiş?.. "sar, hoş et beni"miş...
-senin adın mustafa. benim adım mustafa. bundan böyle senin adın kadrolu beklenti mustafa olsun:/

neemiş neemiş?.. "sert kadınları severim"miş...
-uçan tekme yedikten sonra, beyninde hasar olduysa demek ki...

tam senlik birini buldum darling. bizim eski maallede bi Osman abi var, saydığın kriterlerin hepsi onda mevcut, fazlası var hatta. diyorum ki seni onunla yapalım. pek yakışırsınız birbirinize. kaaveye filan gider, okeye dönersiniz birlikte. sarar bi hoş eder seni. yeah beybea

madafakaaaaaaaaaaa

http://www.youtube.com/watch?v=MEogSTKCgBE

13 Haziran 2012 Çarşamba

DUBLAJ TÜRKÇESİYLE ŞİİR DENEMESİ


Hepinize imrenerek bakıyorum, hepinize gıptayla
Nasıl devam edebiliyorsunuz yolunuza bunca hayal kırıklığıyla?
Ben mıh gibi çakıldığımı hissediyorum acının tam ortasına
Kıpırdayamıyorum…

Güçlü hissettiğim zamanlar oldu, kendime ve hüznüme yenilmediğim…
O zaman sanki yürüyormuş gibi yapabildim kendi yolumda
Sonra bir şey oldu hep,  bir şey.
Bir rüzgar, bir şarkı, bir rüya… ama hep birdenbire…
Dağıldım.

Ve işte o zaman ben mıhın başına çekiçle bir kez daha vurdular
Saplandım.

Bana önce kendini sevmeyi öğrenmelisin diyorlar.
Nasıl yapabilirim ki bunu?
Kendimden nefret ettiğim zamanlarım var benim. Çok!
İkiyüzlü, korkak ve yalancı olduğumu hissettiğim anlar.
Ben ne olduğumu biliyorum ve olduğum şeyden tiksiniyorum.
İnsan kendiyle ilgili yanıldığı zaman hayatta, güvenecek birilerini arıyor.
Ama ben sizi bu boktan ömrüme daima çare yapmış idim…
Yanıldım...

Biliyorum umutsuz vakayım ve her defasında daha da dibe çakılıyorum
Başımı ezen çekiç değil, bunca kıymığın içine gömülmek canımı yakan.
Kıymıklar sürekli batıyor, sürekli acıtıyorlar…
Kırılgan olduğumu daha önce söylemiş miydim? fakat artık ne önemi var...
Yine de haksızlık bu!
Bu kadar dibe gömülmüşken huzur…
Sadece birazcık huzurdu gerekli olan.
Kanıyorum…


http://www.youtube.com/watch?v=AYi6aVSLpQE


oha benzetmeye bak


Dedi ki bi arkadaşım daha doğrusu yazmış ki mektubunda; “seninle ilgili ne canlanıyor biliyor musun gözümde. Hastanede yürüyen hastalar vardır. Elinde serumunu taşır. Tekerlekli bir şeye asılıdır o serum. Zor yürür. Bir yandan da sen yanından geçerken yarı gülümser. Böyle yüzü de acır aynı zamanda. Seni aynı şekilde elinde serum yerine kalbinle görüyorum yavru. Serumla yürüyebiliyorsan ameliyattan çıktın, az biraz kalmış demektir”

bunu yazan arkadaşım muhtemelen bana güç vermesi, umut olması için yaptı bu benzetmeyi. Şu hayatta çok kere ameliyattan henüz çıkmış gibi, hapse atılmış gibi hissettiğim anlar oldu. Kalp kerizi teşhisi koydu melekler... ama dışarıdan böyle görünebileceğimi hiç düşünmemiştim. Canım sıkıldı ne yalan söyleyim. aslında içinde birazcık da olsa umut barındıran herşey canımı sıkıyor. eli serumlu hasta örneği gibi. o vakit serum iğnesini sökerek çıkarmalı damarlardan diyorum. çünkü umuda o kadar meyilliyim ki, onun içinde yönümü şaşırıyor, kayboluyorum. bu yüzden benim için bazı şeyler ya hep, ya hiç...

1 Haziran 2012 Cuma

süfer kürtaj protestosu olursun sen badem bıyıklı

reklam yıldızımız ayhan sefer üstün. insan hakları komisyonu başkanı. akp sakarya milletvekili. "tecavüzcü, kürtaj yaptıran kurbandan masumdur" demiş, tecavüz mağduru kadınların da doğurması gerektiğini savunarak. öyle bir evrim geçirmenizi dilerim ki, doğurganlığa sahip olasınız. eşeklerin, ayıların sistematik bir biçimde tecavüzüne uğrayasınız. ve doğurasınız. belki nesliniz böylelikle düzelir. siz doğurun, devlet bakar. valla lan!

gelelim protestomuza. tip bu;
bu fotonun üzerine kalıncana "zamanında alınsaydı böyle dangalak dangalak konuşmayacaktı" yazıyoruz, türkçe, ingilizce ve de arapça. şehrin her tarafına asıyoruz. devasa pankartlar yapıp kurumların çatısından aşağı sallıyoruz.

hayır bi de bosna örneğini veriyorlar ya utanmadan. bosna'da tecavüz, bir soykırım biçimi olarak uygulandı. tecavüz mağduru kadınlar, kendilerini canlı bomba olarak kullandı bebeği doğurmamak için. doğuranlar, bebeğini öldürecek kadar büyük travmalar yaşadı. doğan, yaşayan çocukların hepsi sırp tohumu damgasını, alınlarında taşıyorlar, kendi halkları tarafından dışlandılar... hakikaten akıl fikir tutulması yaşıyorum bu herifleri izledikçe. sizin anneniz, kız kardeşiniz, kızınız, eşiniz, sevdiğiniz yok mu?!. Nasıl bi insanlık, nasıl bi ahlak, nasıl bi bişiysiniz siz!

kürtaj yasaklansın tabi, kamu malıyım ben


Her türlü doğum kontrol yöntemini yok sayıp üreyeceğim ben. Tamam. Doğurmaktan ölünceye kadar doğuracağım. Üç çocuk diyordu tai-yeap. Onüç çocuk doğuracağım, en az… Beşe artırmış, onbeş veriyorum ben de. Katillerden, arsızlardan, sütü bozuklardan piçler peydahlayacağım. Benim gibi birinin üremesi pek hayra alamet olmayabilir. Ben çoğalıcam. Ve piçlerimle bir örgüt kuracağım. Adı “Türkiye İhtilalci Orospu Çocukları Hareketi” olucak. Anasının bacak arasından başını çıkarmadan evvel, orta parmağıyla hareket çeken bir yenidoğan resmi, amblemimiz olucak. Ve ilk eylemimiz de o saman kafalarınızı katlamadan, bi tarafınıza sokmak olucak.

Şimdiden esneklik kazanmaya bakın, kemikleriniz kırılabilir!