26 Haziran 2013 Çarşamba

arkası bi ara kuşağı birinci bab

Çok değil bundan yüz bin on milyon yıl evvel… Hadi fi tarihinde…  Adı, uyanık dolandırıcıların define avcıları için hazırladığı atmasyon haritalarda geçen diyarlardan birinde Künnebaz adında, kara ilimlere gark olmuş lakin damar damar gözakından alem-i işretin de gediklisi olduğu anlaşılan, yaşı desem ki iki yüz yirmi on dokuz sekiz amma öldüğünü unutmuş pusula tamircisi bir koca adem yaşardı. Kalbi çinko karbon pildendi. Ki o vakitler ne elkimya karbonu çözmüş, ne çinko bulunmuş ne de pil icâd edilmişidi.

 

Künnebaz bir rahimde döllenmemişidi. Ne anası ne babası… rakıya methiyeler düzüklediği akşamcı ahbaplarından başka kimsesi yokidi. Onlar da işkembelerini üç bilemedin beş kadehle doldurdukları vakit sırra kadem basarlar, Künnebaz’ı masada bir başına bırakırlardı. Bu gece de öyle olmuş, Künnebaz gözleri şeşbeş olmadan evin yolunu topuklamıştı.

 

Bir “kün” emriyle olmuştu Künnebaz ve muhakkak içiyle bildiği bu bilgi yüzünden “amin” yerine “olsun” derdi her duanın sonunda. Dua ettiği de yoktu ya, neyse…

 

Eli titrek, bakışı titrek, lakırdıları titrek bu adamı Dörtdöndü adında kör bir haritacı uydurmuşidi. Dörtdöndü vaktiyle, Konstantinepolyana’dan uzak ummanlara açılıp, el nazar iz değmedik yeni coğrafyalar keşfetmeye ve öküzün boynuzunda döndüğü söylenen küre-i arzın hududunu bilmeye adamışidi kendini. Bir gün, koca ummanda yakalandığı bir fırtına sebebine küre-i arzın küre biçiminde olmadığını bizzat tecrübe eyledi. Çünkü eğer alem, yuvarlak olsa idi fırtınada, Dörtdöndü gözlerini kaybetmeyecekti. Bu neticeye nasıl vardığı hala muamma. Padişah fermanıyla sorulup soruşturulması, mevzu hakkında iki çift lakırdı edilmesi yasaklanmış bir muamma. Biz de ol sebeple bilemiyoruz. Lakin o günden sonra dünya Dörtdöndü’nün göz çukurlarında, iki ayrı küre olarak seyrüsefer eylemekte. Bir, bunu biliyoruz coğrafya külliyatımızdan.

 

O belalı günden sonra Dörtdöndü, Konstantinepolyana’ya doğu kapısından gözsüz ama yine  sağ selamet girip de “alem yuvarlak değil, öküzün boynuzunda hiç değil. Alem şeffaf” diye naralar attığında derhal Sultan dördüncü Beş’in, altı fedaisi tarafından karga tulumba yedi kule üstü şişhane zindanlarına götürüldü. Türlü işkencelerden geçirildi. Susması tembih edildi. Mevzu hakkında konuşacak olursa, tüm bir ailesi öküzün boynuzu ile tehdit edildi. Zaten yediği vurgun sebebine iki kalas bir heves kalmış gemisine el konuldu.  Dörtdöndü ömrünce Konstantinepolyana’dan dışarı çıkmamak kaydıyla salıverildi.

 

Ve Dörtdöndü, bundan sonra olmayan diyarların hayali haritalarını çizip, pek olmakla beraber aç gözlü define avcılarına satarak hayatını idame ettirmeye başladı. Maksadı elbette kendisi gibi başka başka kaşiflerin, definecilerin, deniz korsanlarının, çocukların ve bilumum ademoğlunun küre-i arzla alakalı sırra kaim olmasıydı. Lakin Dörtdöndü’nün çizdiği haritaların izini sürenler geri gelmiyordu. En kötü kazıklandım diye hesap sormaya gelirlerdi. Dörtdöndü’nün sırtındaki libası almaya, kaşını yarıp gözünü morartmaya.  O da yok… Haritalara çizdiği coğrafyalar, yedi iklimler, pusulacılar dervişler seyyahlar… Hepsini uydurmuştu Dörtdöndü. Adem’in hakikate erebilmesi için şu yoldan bu yoldan kulak arkasından, dolambaçlı engebeli sarp yahut en doğrusundan, kestirmeden kendi gemisinin vurgun yediği yere gönderiyordu gidenleri. Ya kurtulamıyorlar, gemileri batıyor ve mevta oluyorlardı ya da Dörtdöndü’nün hayal alemi yutuyordu gönderdiklerini. Ölseler muhakkak duyulurdu.  O vakit, her biri emelinde muvaffak olup, uzaklarda varsıl bir hayat yaşıyordu. E o da duyulur!?. Hiç olmazsa Dörtdöndü’nün namına yarar, işleri açılırdı. Öyleyse?.. Müşterilerinin akıbetini ölesiye merak ediyordu…

 

***

 

Künnebaz, o geceyi cin devşirerek geçirmişti. Cinleri arasında huysuz mu huysuz bir tanesi vardı ki Künnebaz, asabiyetten neredeyse üzerine kaynar sular döküp yok edecekti onu. Dörtdöndü idi bu cinin adı.