20 Ağustos 2011 Cumartesi

KARA ÇOCUK ŞARKISI / ÇAĞATAY'A

Ağrılardan bir dağ geldi oturdu ömrümüze…
Ama sen masal kuşlarını küstürme.
Onlar getirecek güneşi, karanlık göğümüze…
Tükenme!

Su durur, Ay unutur
Bakışsız kalır deniz, mavisi solar
mehtapsız kalır aşıklar…
Tükenme!

Çarpa çarpa kırar boynunu serçeler, göğsümün kafesinde
Ritmini yitirir solumdaki kan gülü
kurur orada… Öylece…
Kara çocuk… Tükenme!

Kırılan kemik… Atomlarına ayrılan biblo,
Tuz ve nar aşkına!
Yani ki, kanayan kolumuz kanadımız, adımlarımız…
dağılan avuç içi haritamız aşkına!
Bitme!

-Ki olmaz… Olmaz böyle dağılmak.
Sevgilinin saçları rüzgarda dağılır örneğin
Bir çocuk gülümser, bulutlar dağılır örneğin…
Yok. değil bu benim bildiğim,
dağılmak…
Kırılmak… Ağrımak… Başka.

Dünya adaletsiz çocuk… Dünya zorba
Belki eşitleniriz bir gün aşkla
Bu kekeme, toz ve duman şarkıyı iyi belle;

-Öyle durdum ki sana, demirim pas içinde.
İçime susmaktan, derinde besmelem, yosun içinde.
Besmelem ki…
Dağılan… Kırılan… Ağrıyan… Kara çocuk.
Buna “amin” de.

Kalk!
Al göğüme bıraktığın yağmurları
Al bu satırları…
-Ah yetmiyor… Yetmiyor hiç bir sözcük iyileştirmeye…
Bir hayali yeniden kurmak için söz sırası ellerimizde.
Ama ellerin senin,
Yok… ellerin gibisi yok…

Kıpırda!
Yürüdükçe sancıyan bir yolu geçeceğiz birlikte
Ve baharın yeşilini akıtacağım,
incinmiş bilek gibi bakan gözlerine…
Değil bu… solmanın sırası hiç değil…
Düşüp de kalmanın, yıldız saymanın…

Durma!
Adı illa ki umut olan bir çağa tay gibi koşmak gerektir
Un ufak olsa da sol yanımız, kara çocuk, sevdayla…

15 Ağustos 2011 Pazartesi

omg. idrak

feysbukta yazdıklarımı 6 kişi beğenince blog açmaya karar verdim:)))))
takipçi sayım 69... :sssss
bence bu bana evrenin "naber la ibiş" deme şekli.:((((((
aklıma hiç başka şeyler getirmiyorum.

aha! aha! aha!
da! da! daaaaaaa!

http://www.youtube.com/watch?v=QDXaW8lfjKk

yansın böyle sabahların alayı

yansın böyle sabahların alayı, su veren itfaiyenin hortumunu skeyim. hıhı. evet. özetle bu.

ne vazgeçerim kuranımdan... ne dilimin şiirinden
ne arabeskin sarısından, ne kalemimin karasından...
gözümün elasından yeşilini akıtsam da dünyaya
kör değilim sandığınızca
ve dilsizim, sandığınız gibi  kırılganım da oysa

ben güneşin sofrasına gidiyorum, siz bokunuzda boncuk arayın
ben susuyorum, siz yavşak gevşek konuşun.
ıskartaya çıkarıyorum kendimi
siz dönme dolabınızda, kusmuğunuzda boğulun.
köprüden atlayın patır patır, ama ölmeyin
-ve burası dublaj türkçesiyle;
dilerim cehennemde yanarsınız ve bittiğini sandığınızda yeniden başlar
ooouuv yeah

2 Ağustos 2011 Salı

umarım ihtiyacı olan birine gidiyordur, benden alınan mutluluk

tek bir bakışla, boktan bi lafla ömrümden onlarca yılımı alan insanlar var. oturup adamakıllı bi hesap yaptım. buna göre ortalama ömrümü tamamlamış sayılıyorum. kalem kalem sıralayabilirim ama hakkaten can sıkıcı, ne gerek var. sayılar ve matematiğin duygusuz olduğunu düşünüyorum. sıfırda ya da birde ya da binde en ufak bi duygu kırıntısı olsaydı eğer, ya da toplamada çıkarmada bölmede çarpmada -ve dikkat ederseniz ne kadar şiddetli isimler; çarpma bölme toplama çıkarma- evet, duygusu olsaydı sayıların, vicdanı ve merhameti... genelde fakir çocukları matematikten çakmazdı... çünkü o fakir çocuklarının fakir aileleri, çocukların zihinsel ve bedensel gelişimi için yeterli vitamini, omega bilmemneyi, b bilmem kaç vitaminini, protein ve kalsiyumu... yani ki gerekli besini alabilecek güçte değillerdir. matematik bilimi, bir kez daha vurur tenceresinde et kaynamayan aileyi. ve ders kitapları, önlük masrafları, ayakkabısı çantası... matematikten çakınca sınıfta kalır fakir çocuğu ve  forması eskir, küçük gelir. piçe bak lan, hem fakir hem de büyüyor... yeni forma almak için sonu tl ile biten yeni sayılar gerektir. "baba" o sayılara çarpa çarpa heba eder, "babalığını". oysa baba, bir sayı olsaydı eğer onyüzbintrilyonmilyar olmalıydı... susuyum ben iyisi mi.  

 "matematikten çakan tek bi çocuk dahi olmazdı yeryüzünde" sayıların vicdanı olsaydı eğer, diyerek bu fukara edebiyatına an itibariyle son veriyorum.

yaptığım hesabın sonucuna göre beni yaralayanlar sayesinde her an ölebilirim; sabaha çıkmayabilir, akşama ermeyebilirim. yine de aralarından bazıları için temennim şu; umarım benden aldıklarını kendi ömürlerine ekliyorlardır. ya da... Ne bileyim... yaşanmamış onlarca yıl... alınamamış milyarlarca nefes... ziyan olmasın yazıktır. üst üste koyunca genç bir ömür, nice taze bahar eder...

benden gidenler; soluğum, coşkularım sevinçlerim, kulağımın duymayı özlediği o güzel sesler... yani ki ömrüm...

yani... ben duymuyorsam "o"nun "seni seviyorum" deyişini, kulaklarımın hak ettiğini... umarım ihtiyacı olan biri duyuyordur...

yani... güneşi coşkuyla karşılamıyorsam artık, umarım ihtiyacı olan birine gitmiştir benden alınan coşku...

anne kucağının huzuru ve güveni yoksa artık hayatımda, umarım ihtiyacı olan biri o huzura sahiptir...

yani... hani ciğerlerim, nefesim? ihtiyacı olan biri soluyordur umarım benim ciğerlerimle...

bu şakaya gülmedim ben... Ya da gülümsememi gerektirecek mutlu bi anım olmadı... umarım ihtiyaç sahibi olan birine gitmiştir benim o "an"ım... gülümseyişim...

velhasıl ömrüm; benden alınan her şey  "umarım ihtiyacı olan birine gidiyordur"

ben daha ne diyim...