24 Temmuz 2011 Pazar

bıçakizikırmızı

Kendini keserken insan, çenesi, dişinin dipleri ve elmacık kemiğinin tam üstü karıncalanır. Keserken kendini insan, kulakları yanar ateşten. Gözünün önü pul pul olur. Sanırsınız ki güneşe bakmaktan gelmiş… Elleri titrer kendini keserken de, yine de duru bir bilinç halidir bu, bıçağın şiddetine rağmen... Bir santim sonrası… Bir santim ilerisinin, bir santim daha derininin kusursuz baş döndürücülüğü tüm benliğini ele geçirir…

Zaman… Bıçağın keskininde ışıldadığında ilk kez anlam kazanır. İşte şimdi orada, o anda… ilk kez sevmediğiniz insanlar, sevmediğiniz şarkılar, sevmediğiniz yazarlar kitaplar, sevmediğiniz yemekler, sevmediğiniz durumlar anlar ve hatta pazartesi günleri... ama illa ki sevmediğiniz her “şey” anlam kazanır. Sizin o ana kadar, onları sevmiyor oluşunuzdan yahut yok sayışınızdan intikam alırcasına... Sanki...

En onulmaz yaraları en sevdiklerimiz açar. Ruhumuz içimiz, sanki derimizin altından çekilip de çıkarılmış gibi hissederiz... içine su doldurulmuş da yere çarpılmış poşet gibiyizdir sevgilimiz, annemiz, babamız, çocuğumuz ya da dostumuzdan yara aldığımızda… İşte böyle anlarda seçmeye çalışırken kendi ölümümüzü, ama öyle çaresiz hissederken gariptir ki bıçağın şiddeti sayesinde sevmediğimiz yahut yok saydığımız her şey ve herkes hayatla tek bağımız olur. Öyle birden, aniden…

Bıçağın şiddeti yaşamı yeniden denemenizi öğretir… yeniden denemeniz için ikna eder sizi... Yeniden yanılacağınızı bile bile…