10 Temmuz 2011 Pazar

Bugünün de ağrısı bu. Ama insan kırıldığıyla kalmamalı.

Demek ki yanlış kişiyim dedim. İtiraz etti. Aramızda en temiz olan sensin dedi. Temiz olmam, yanlış olmadığım anlamına gelmez dedim. Sustu. Kanırtmak için devam ettim, susmadım. Temiz olmakla, doğru olmak sadece ve sadece ‘andımız’da yan yana anılan bir sözcük öbeğidir dedim. O da nostalji artık, hey gidi daha dün annemizin kollarında yaşar idik, çiçekli bahçemizin yollarında koşar idik… Güldü. Daha doğrusu geçiştirmek için güldü. Anlıyormuş gibi yaptı. Beni korumak içinmiş. Neden? Ben kendimi koruyabilirim dedim. Bi gece tıpkı karate filmlerinde olduğu gibi Bruce Lee’nin ruhu gelmişti ve sabaha kadar bana en özel dövüş tekniklerini öğretmişti. Yine güldü. Sonra dedi ki işte bu yüzden seni korumak zorundayım. Çünkü romantiksin, kafanı kullanmıyorsun. Bana müsaade et dedi… Tamam ama sen, dedim… Ama siz dedim… “Ben” olmama müsaade etmiycekseniz kalmamın ne anlamı var. … Bak yine duygusal davranıyorsuna döndü muhabbet. Duygusal diildim aslında. Sadece samimiyetine inanmaya çalışıyordum. Beni gerçekten korumaya çalıştığına inanmaya ihtiyacım vardı. O an… Ya da yanlış kişi olduğumu kabul etmeliydi. Ben bilmiyorum… Can kırılgan bi, bişiyimiz işte… Hassas hayvanımız.

Ben kafasız bi kadın olabilirim, evet. Evrime göre, kullanılmayan organ zaman içinde düşer. Muhtemelen benimki düştü de henüz bilim dünyası tarafından keşfedilmedim. Kafasızlığım, evrimde bir üst basamağa geçmiş olmamın ıspatı sayılabilir ve bu bana aleme tepeden bakma kibrini de verebilir, kim bilir. Ama can, dağılan bi, bişiyimiz işte. Yetim çocuğumuz…