18 Temmuz 2013 Perşembe

yemin ederim hasta ettiler. bilincimin altının üstünün içine sıçtı şerefsizler

sabah köpeğimi çişe çıkardım. aman çok da umurunuzdaydı sanki. neyse elimde poşet, ca'nım heyvanımın götünde dolanıyorum. sıçsın da hatıra olarak alıyım diye. yok la ne hatırası. çöpe atıcam. yaşlı, upuzun bir adamla küçük bir erkek çocuğu girdiler parka. çocuk adamdan çekiniyor, rahat değil yanında belli. banka oturdu bunlar. önce adamın bakışlarından hoşlanmadım çocuğa. sonra bıyıklarına dikkat ettim. malum badem. tedirgin oldum çocuk adına ne yalan söyleyim. köpeğim onların oturdukları bankın arka tarafındaki çimlere gidince yaklaştım ben de yanlarına. dinliyorum konuşmalarını. adam baban kirada mı diyor, sana her istediğini alıyor mu diyor. beni tanıyon mu diyor. çocuk da tanımıyorum diyor. hıhı. evet. kesik tek kelimelik cevaplar veriyor. adam ben senin babanı tanıyorum filan diyordu ki artık dayanamadım çocuğa sordum sen bu adamı tanıyor musun diye. çocuktan önce adam atıldı tanıyo dedi. çocuğa sordum tekrar. başını salladı, evet anlamında. o kadar şüphe uyandırıcı ki. elindeki anahtarı ve parkın önündeki servisi görünce, sen servis şoförü müsün dedim. adam evet dedi. çocuğa sordum engin sitesinde oturuyormuş. adam bir de savunmaya geçti hemen. rahatsız ettiysek gidelim hanımefendi filan diye. ne rahatsız etcen, milletin parkı da siz ne ayaksınız dedim artık. hastaneye geldik dedi. allah allaaah. çocuğa sordum. gene evet anlamında başını salladı. adam bu defa da öyle sandığın gibi kaçma felan yok, dedesi hasta da biz beraber geldik hastaneye demez mi. şimdi anlarız ne olduğunu dedim çıktım parktan. köşede simitçi var. sivil polis klişesi cereyan etmiyorsa bile adam sivil gibi bir şey zaten. günahı boynuna.  her halttan haberi var. ona gittim sordum. tarif ettim parktakileri. adam da çıktı parka baktı. birlikte geldiler dedi. çocuğun dedesi şurda yatıyor. doğruymuş şükür ki.

sonra düşündüm. yaşlı bir adamı çok kötü birşeyle itham ediyordum neredeyse. neredeysesi mi kalmış. resmen suçlar gibi, hakkım var mı bu kadarına? sorular sorup sıkıştırdım. çok pis rencide ettim muhakkak koskoca adamı. kötü hissettim. hakkım yok! ben kimim ki, iğrenç önyargılarımla hiç tanımadığım bir adamı fişliyorum kendi hasta kafamda. şüphesiz adamın çocuğa sorduğu sorular meraklı bir komşunun sorularından öte değildi. çocuktan al haberi misali belki de kendi oğlu ve torunuyla kıyaslıyordu çocuğun ailesini. çocuk da mıyıltı, az konuşkan ve rahat olmayan biri demek ki. ben de öyleydim küçükken. ki hala öyleyim. insanlarla iletişim kurmakta zorlanırım. kurmam çoğu zaman...

kendimi aklamaya çalışmıyorum. ki esasen beynimin ve ruhumun şu an buna müthiş ihtiyacı var, yoksa içim içimi yiycek yaptığım, düşündüğüm şeye duyduğum utanç yüzünden. ama bu sabahki olay sadece benim önyargılarım ve paranoyalarımla açıklanamaz. her boku devlete bağlama diyceksiniz belki ama bu adamlar geldiğinden beri kadın ve çocuklara yönelik cinsel istismar suçları katbekat arttı. istatistikler var, görüyoruz okuyoruz. adaletsizlikleri, faillerin hiçbir suç almamaları da yeterince teşvik edici zaten. yapan yaptığıyla kalıyor. sürekli bu türden haberlere maruz kalmak, bir yargı oluşturuyor kesinlikle zihninizde. bir korku. tedirginlik... işte o zaman  doğru dürüst tanımadığı bir adam karşısında doğal olarak sıkılgan davranan bir çocuğa baban her istediğini alıyor mu diyen birini görünce şüpheyle yaklaşıyorsunuz. işte o zaman dünyaya güvenle bakamıyorsunuz. durumum bu... kafamın içi bir sürü pislik dolu. kafamın içi cehennem.  düzenli gazete okuyan, okumasına bile gerek yok hatta. merak eden, araştıran... herkesin kafasının içi gibi. çirkin, korkutucu kodlarla dolu. hımmm bıyığı badem, ne işi var çocuğun yanında? / bak bak kara çarşaflı, kesin mitingden geliyor/ aha vali açıklama yapmış. barış huzur filan demiş, kesin milleti evlerinden topluycaklar/ bu herif bunu diyorsa kesin altında bir hesap var/tipini beğenmedim, tehlikeli olabilir... örnekleri çoğaltmak mümkün. bana güvenmemeyi, bana inanmamayı, bana ota boka kuşkuyla yaklaşmayı öğrettiniz. ve korkuyu. korktuğu için saldırganlaşan köpekten farkım yoktu bu sabah parkta.

bu devlet benim paranoyalarımı, korkularımı, önyargılarımı besliyor büyütüyor. bu devlet beni hasta ediyor.

26 Haziran 2013 Çarşamba

arkası bi ara kuşağı birinci bab

Çok değil bundan yüz bin on milyon yıl evvel… Hadi fi tarihinde…  Adı, uyanık dolandırıcıların define avcıları için hazırladığı atmasyon haritalarda geçen diyarlardan birinde Künnebaz adında, kara ilimlere gark olmuş lakin damar damar gözakından alem-i işretin de gediklisi olduğu anlaşılan, yaşı desem ki iki yüz yirmi on dokuz sekiz amma öldüğünü unutmuş pusula tamircisi bir koca adem yaşardı. Kalbi çinko karbon pildendi. Ki o vakitler ne elkimya karbonu çözmüş, ne çinko bulunmuş ne de pil icâd edilmişidi.

 

Künnebaz bir rahimde döllenmemişidi. Ne anası ne babası… rakıya methiyeler düzüklediği akşamcı ahbaplarından başka kimsesi yokidi. Onlar da işkembelerini üç bilemedin beş kadehle doldurdukları vakit sırra kadem basarlar, Künnebaz’ı masada bir başına bırakırlardı. Bu gece de öyle olmuş, Künnebaz gözleri şeşbeş olmadan evin yolunu topuklamıştı.

 

Bir “kün” emriyle olmuştu Künnebaz ve muhakkak içiyle bildiği bu bilgi yüzünden “amin” yerine “olsun” derdi her duanın sonunda. Dua ettiği de yoktu ya, neyse…

 

Eli titrek, bakışı titrek, lakırdıları titrek bu adamı Dörtdöndü adında kör bir haritacı uydurmuşidi. Dörtdöndü vaktiyle, Konstantinepolyana’dan uzak ummanlara açılıp, el nazar iz değmedik yeni coğrafyalar keşfetmeye ve öküzün boynuzunda döndüğü söylenen küre-i arzın hududunu bilmeye adamışidi kendini. Bir gün, koca ummanda yakalandığı bir fırtına sebebine küre-i arzın küre biçiminde olmadığını bizzat tecrübe eyledi. Çünkü eğer alem, yuvarlak olsa idi fırtınada, Dörtdöndü gözlerini kaybetmeyecekti. Bu neticeye nasıl vardığı hala muamma. Padişah fermanıyla sorulup soruşturulması, mevzu hakkında iki çift lakırdı edilmesi yasaklanmış bir muamma. Biz de ol sebeple bilemiyoruz. Lakin o günden sonra dünya Dörtdöndü’nün göz çukurlarında, iki ayrı küre olarak seyrüsefer eylemekte. Bir, bunu biliyoruz coğrafya külliyatımızdan.

 

O belalı günden sonra Dörtdöndü, Konstantinepolyana’ya doğu kapısından gözsüz ama yine  sağ selamet girip de “alem yuvarlak değil, öküzün boynuzunda hiç değil. Alem şeffaf” diye naralar attığında derhal Sultan dördüncü Beş’in, altı fedaisi tarafından karga tulumba yedi kule üstü şişhane zindanlarına götürüldü. Türlü işkencelerden geçirildi. Susması tembih edildi. Mevzu hakkında konuşacak olursa, tüm bir ailesi öküzün boynuzu ile tehdit edildi. Zaten yediği vurgun sebebine iki kalas bir heves kalmış gemisine el konuldu.  Dörtdöndü ömrünce Konstantinepolyana’dan dışarı çıkmamak kaydıyla salıverildi.

 

Ve Dörtdöndü, bundan sonra olmayan diyarların hayali haritalarını çizip, pek olmakla beraber aç gözlü define avcılarına satarak hayatını idame ettirmeye başladı. Maksadı elbette kendisi gibi başka başka kaşiflerin, definecilerin, deniz korsanlarının, çocukların ve bilumum ademoğlunun küre-i arzla alakalı sırra kaim olmasıydı. Lakin Dörtdöndü’nün çizdiği haritaların izini sürenler geri gelmiyordu. En kötü kazıklandım diye hesap sormaya gelirlerdi. Dörtdöndü’nün sırtındaki libası almaya, kaşını yarıp gözünü morartmaya.  O da yok… Haritalara çizdiği coğrafyalar, yedi iklimler, pusulacılar dervişler seyyahlar… Hepsini uydurmuştu Dörtdöndü. Adem’in hakikate erebilmesi için şu yoldan bu yoldan kulak arkasından, dolambaçlı engebeli sarp yahut en doğrusundan, kestirmeden kendi gemisinin vurgun yediği yere gönderiyordu gidenleri. Ya kurtulamıyorlar, gemileri batıyor ve mevta oluyorlardı ya da Dörtdöndü’nün hayal alemi yutuyordu gönderdiklerini. Ölseler muhakkak duyulurdu.  O vakit, her biri emelinde muvaffak olup, uzaklarda varsıl bir hayat yaşıyordu. E o da duyulur!?. Hiç olmazsa Dörtdöndü’nün namına yarar, işleri açılırdı. Öyleyse?.. Müşterilerinin akıbetini ölesiye merak ediyordu…

 

***

 

Künnebaz, o geceyi cin devşirerek geçirmişti. Cinleri arasında huysuz mu huysuz bir tanesi vardı ki Künnebaz, asabiyetten neredeyse üzerine kaynar sular döküp yok edecekti onu. Dörtdöndü idi bu cinin adı.


 

 


 


 


 


 


 

 

10 Mayıs 2013 Cuma

offf bee ayşem off be

ondört yıl önce dün, sana sarılmış, öpmüştüm. ondört yıl önce dün, anneler günüydü. kocaman bir buket yapma kırmızı gül almıştım sana. goncagül... biraz dargındık birbirimize. biraz kırgın... misafir odasındaki koltukta nasıl oturduğumu hatırlıyorum. koltukların desenini, perdeliği, mermer sehpayı... orta boyu şu an sağımda. evimde.

ondört yıl önce dün sen beni... ben seni dünya gözüyle son kez... görmüştük birbirimizi. gerçi sen yoğun bakımdayken girmiştim ben yanına. on gün yattın orada ama hangi gün seni öyle uyurken ve melekleri kıskandıracak kadar güzelken ve o kadar beyazken gördüm, hatırlamıyorum günlerden neydi... uyuyordun ve beyazdın. bir bu aklımda. bir de dokunamayışım sana...

ben 62 yaşın çok genç bi yaş olduğunu sen gittikten sonra anladım. Ve 62nin en erken sayı olduğunu...

ben burada sen yokken sıklıkla sarhoş oluyorum. emanetlerini koruyup kolluyorum gücüm yettiğince. ama bazan bazıları canımı sıkıyor. o zaman umursamıyorum onları. öyle anlarda bana hak vereceğini bildiğim için rahatım. ama kızıyorsan bir işaret ver bileyim... yemin ederim yapmam. hiç kusur etmem.

hayatı ne kadar becerebildiğimi bilmiyorum. üstesinden gelebiliyor muyum, emin değilim. genel olarak sorun yok. seni özlüyorum bi. bir seni ve baronumu.

off be ayş'anım yılmazım. olsaydın... olsaydınız şurda fena mı olurdu... offf be... geçmez yara senin açtığın...

http://www.youtube.com/watch?v=70iwu5g80Q0

23 Nisan 2013 Salı

ne yandasın sürmeli palazım

saçlarının iki yanını traşlamış. hani şu amerikan traş dediklerinden. nası çirkin olmuş, napmış la bu kendine diyorum. setteymiş. ben evi taşımışım. tam onun karşı dairesine yerleşmişim. henüz bilmiyorum. evde sert bi kurt köpeği var. camın önünde de benden önce oturan kiracıların kediler için koydukları su kapları. cama parmaklık taktırmak gerek diyorum. yoksa bu köpek, buraya alışan kedileri parçalar. sonra köpeğe su veriyorum. sonra dış kapıyı açıyorum. anne ve babası tam karşımda. işte o zaman onlarla aynı binaya taşınmış olduğumu anlıyorum. evlerine döşek giriyor. güya o evlenecekmiş. babası bana küs. fatma hemşireyle evleniyor diyor. umursamıyorum. anne ve babasının gözlerinin altı simsiyah ve çok üzgünler. nedenini merak ediyorum. ikisi de bana küs. sonra annesi kucağında kahverengi battaniyelere sarılı, neredeyse kırılacak eşya kargosu gibi sarıp sarmaladığı oğlunu denize götürüyor. oğlu ölmüş. annesi her gün oğlunun cesedini sabahtan akşama kadar denizde bir sal üstünde yüzdürüyormuş. sonra kucaklayıp eve getiriyormuş yeniden. ne saçma diyorum. gömmeyecekler mi? onların adetiymiş bu...

sonra o yine setteymiş. kavaklıkta. kar yağmış. benim taşındığım evdeki siyah kurt köpeği de oralardaymış. ama benim başka bir köpeğim daha varmış. bembeyaz bir kurt yine. öyle güzel ki. siyah kurt ve daha başka bir sürü köpek sürüsü saldırıyorlar ona. yanımdaki güzel beyaz kurt da atılıyor o tarafa. saldırıyorlar. rüyanın sonu. hep taklit hep taklit. bunun kara köpekler havlarken ya da mahsun'un filmlerinden ne farkı var diyorum. uyandım.

burnumda tütüyordu günlerdir. belki rüyam onun bi etkisi. yahut kendisiyle ilgili bilinçaltımda hiç hoş düşünceler yok ama bilinçüstünde farklı yansıtıyorum. hani biri çok pis yakar canınızı. bilirsiniz nasıl bir mezar kazıcı olduğunu. üzerinize nasıl toprak attığını kürek kürek. ama yine de o, yaranızdır gözünüzden sakındığınız. insanın kendi yaralı çocukluğuna, kırılmış gençliğine şefkat göstermesi gibi bişiydir bu. sanki o, sizden hariç değilmiş gibi. eliniz, kolunuz, hatanızmış gibi. gözyaşlarınızın sebebi değil artık direk gözyaşınızdır o. bilemiyorum şu an, işin psikolojik boyutunu pek tahlil edebilicek durumda da diilim açıkçası.. ya da belki diyorum canı sıkkın bu aralar, ki sıkkın biliyorum. o malum oldu. burada durup düşünüyorum ama. var mı aramızda öyle bir bağ?.. yok!  

ne ise ne. benden uzak allaha yakın.

kalktığımdan beri bu türkü dolandı dilime. http://www.youtube.com/watch?v=eCDY4nTedW0

8 Nisan 2013 Pazartesi

yok ki çaresi bunun

dün gece hayatım boyunca izleyebileceğim en berbat en kötü filmler listeme tepeden giriş yapma potansiyeline sahip bi film izledim. bununla beraber filmde bi sahne vardı, saatlerce ağlamama sebep olan. güçlü bi sahne değildi yok, sadece bende bi takım duyguları tetikledi. büyükannesi ölen kız, onun yaptığı turtayı çıkarıp yiyordu cenazeden sonra. bu kadar.

beni anneannem yetiştirdi. aşağı yukarı 18ime kadar onunlaydım. sonra bazı sorunlar oldu ve ben annemin yanına taşındım. ilk üniversitemden atılmış yeniden dershaneye gidiyordum o sıralar. evlerimiz birbirine çok yakındı. anneannem her gün sevdiğim yemekleri yapıp beni çağırırdı barışmak için. inadımdan gitmezdim çoğu zaman. bir gün kalp krizi geçirdi. annem buldu onu. ambulans çağırmışlar falan filan. ben memleket kurtarmakla meşguldüm, haberim yok detaylardan... onbir gün komada kaldı. hastaneden vefat haberi geldiğinde evini açmak, gelenlere evsahipliği yapmak bana düşmüştü... dün akşam izlediğim sahneden sonra nefret ettim kendimden. niçin buzdolabına bakmadım. elinin değdiği, emek verdiği birşey illa ki olacaktı o dolapta. belki esra ceyhan'ın programından öğrenip de yaptığı bi yemek.. son zamanlarda şu sağlıklıymış bu kalbe iyi geliyormuş diye yeni yeni tarifler deniyordu. muhakkak yeni bi yemek denemesi vardı dolapta... niçin buzdolabını açıp bakmadım. niçin onu yemedim.  kim baktı acaba dolaba? kim boşalttı yiyecekleri... bozulup çöpe mi gitti yoksa anneannemin son yemeği, emeği...

anneme sorsam...

soramadım...

ve bugün bi arkadaşımın kardeşinin vefat haberini aldım. bizlerle yaşıt. haftalardır komadaydı. ama durumu iyiye gidiyordu. ben zaten "durumu iyiye gidiyor" haberini aldığımda şüphelenmiştim. galiba hep öyle oluyor. yoğun bakıma girenlerin durumu bi vakit iyiye gidiyor ve sonra ansızın... ben bunu anneannemden biliyorum. tanrının umut vermekle alakalı bi travması olduğuna kalıbımı basarım.

eşi... çocuğu... kardeşi... bomboş bir eve girecekler şimdi. o yokmuş gibi, hiç olmamış gibi mi devam edecekler yolllarına. en çok ama en çok bu soru yakacak canlarını. nasıl ya??? şurada geceliği, şurada gözünden sakındığı çiçek... sevdiği yemekler, şarkılar... kızdığı insanlar, durumlar...

en çok kalana zor.

öyle bir yaşa erdik ki sevdiklerimizin gidişini tek tek, seyreyleyeceğiz belki. belki giden biz olacağız, sevdiklerimiz izleyecekler gidişimizi... ben bilmiyorum. ölümün telafisi olmayan bir hata olduğunu düşünüyorum. yahut yaşam koca bir yanılsama. ne olursa olsun kabullenmek çok zor. keşke sevenlerine vericek sabır taşından yontma avuntularım olsa elimde...

fakat o... henüz solmadan öldü.

24 Mart 2013 Pazar

şiir gibi

marina ve ulay iki sevgili. iki performans sanatçısı. birlikte oldukları yirmi yıl boyunca biz gibi sefillere ilham verecek, apışıp kalmamıza sebep olucak şahane performansları var; bilincini kaybedinceye kadar ezber yapmak örneğin, basit bir düzenekle ulay'la birbirlerinin ciğerlerini solumak... marina abramoviç bilhassa, performans sanatını ruhani bir boyuta taşıyor ve adeta dervişe dönüşüyor.

ikili 89 yılında ilişkilerini de ruhani gereksinimleri yüzünden bir yolculukla bitirmeye karar veriyorlar. büyük duvar gezintisi adını verdikleri çalışmalarına göre her biri çin seddi'nin bir ucundan başlayarak 2000 km yürüyorlar. ortaya geldiklerinde birbirlerine son kez sarılıp bir daha hiç görüşmemek üzere ayrılıyorlar.

ve 24 yıl sonra şunlar oluyor;

http://www.youtube.com/watch?v=XNcWRbh8wQA

14 Mart 2013 Perşembe

metin altıok...

"ister sevgili, ister dost olsun,
ayrılmak saati gelip çattı mı, sakın gizleme;
sen omuzdan kesilmiş bir çaresiz kolsun.
eskiye de boş ver onu da eşeleme;
ne iyiydik' ler, yine görüşürüz' ler
dikenli tel gibi takılmasın boğazına.
biliyorsun bu sözler inandırıcı değiller.
çoğaltmadan katlan acının en azına;
bekleme aracın kalkmasını, ayrılıklar götürü.
karış telaşlı kalabalığın içine,
yürü ardına bakmadan, durmadan yürü;
yeni aşkların, yeni dostlukların geleceğine.
alıştır kendini her şey biter ve gömülür;
"ve nice yazlardan sonra kuğu da ölür."


***

iyi ki doğmuşsun, uyumsuza rakı balık hazırlayan şair...

13 Mart 2013 Çarşamba

köryak? keryüak? hay telaffuzuma sıçayım

 
iy'ki hep yoldasın adamım. iy'ki...
 
-koca koca bulutlar buharlı karanlıklar içinden geçip gidiyor. gerçekten bir gezegen içinde yaşadığımızı gösteriyor bu bana birden.

-gözlerini kapat bak o zaman... daha neler göreceksin.

12 Mart 2013 Salı

derimin altında sızlayan sen isen de...

oh be abidin ohhh... güzeliz,  çiçeğiz...
hüzün taşımış kırlangıçlar sol mememizin ardındaki yuvasına, yeşiliz.
nimet bunlar nimet. bu kadar hissiyatın zerresini bulamayan var
-afrika dahil değil-
ağzımızda ıslık, kalbimizdeki yaraya üflemek misali
-üffffle abidin
-üfffiiiytttfiyuuuuvvv...
iyiyiz.
sarısındayız, sıcağındayız
sanki kavuşmuşuz...

***

kalbim yanıyor ismini nerede işitsem...

http://www.youtube.com/watch?v=Kij13S6lBLI&NR=1&feature=endscreen

11 Mart 2013 Pazartesi

seninle ilgili herşey koca bir neyse

ayrıca seninle ilgili herşey koca bi öküz, böğrüme oturmuş:)

of be abidin dedim ya neyse. tatlı şeyler yine de. öldürmeyen allah öldürmüyor. oldurmayan zat-ı muhteşem, oldurmuyor. öldürmeyen allah süründürüyor. oldurmayan zat-ı muhteşem de süründürüyor. lan abidin, yoksa? omg!!! şok mi beybi

aristoteles'e sevgilerimle üç nokta beş ünlem şapşik yüz ifadesi

http://www.youtube.com/watch?NR=1&v=S5TnPjOd_To&feature=endscreen

10 Mart 2013 Pazar

aldılar, inanma kabiliyetimi elimden

bugün ne kitaplar, ne filmler ne de dostlar... bugün dibine kadar arabeskim abidin. bunalım diilim yok. ahmet kaya orhan gencebay ahmet kaya orhan gencebay... replay replay. kah orhan baba, kah iki gözüm ahmet veriyorlar elime böyle sırayla neşteri. ben onunla içimi deşiyorum. iyi böyle iyi...

efkar bunun adı. yahut ismail abi hüznü. naif bir bazı kederler. asla depresif değil. bunu hissedebilmek öte yandan, güzel... çok güzel. şu anımı zannediyorum hiçbir şeyle değişmem. çünkü bir muhasebe var. içsel bir muhasebe. dönüp bakıyorum şöyle bir. durup düşünüyorum. efkarıma sebep hissiyatımı. yok. kızamayacağım kadar uzak bir geçmiş kişiler, olaylar... yahut öyle silmişim ki. bugün hatırladığım yalnızca bana hissettirdikleri. ne acayip. iyi ki de yaşamışım. yaşanmış...

bu kendime not olsun abidinim. sana da naçizane bi tavsiye. hiçbir şey içinden çıkılamaz değil. aşılamaz değil. yaşarken herşey kocaman ve çok ürkütücü gelebilir. sakin olmak asla kolay değil öyle anlarda. sadece şunu düşün. birazdan uyanıcaksın. o yüzden ne kendini ajite et, ne başkasının ağzına sıç. sana yemin sana söz; birazdan uyanıcaksın...

abidin bu ayrı dağlıyor. züleyha'yı mı düşünüyorum yahut kayıplarla mı bağlantılandırıyorum bilmiyorum. ayrı ağzıma sıçıyor; http://www.youtube.com/watch?v=3jiWCWdb1sI

7 Mart 2013 Perşembe

uzun uzun konuşuruz bi gün son istanbul beyi

zaman yıkar, yalar götürür yaraları... zaman iyi eder bildik. doğru fakat eksik. zaman, ben gibi öfkeden efsane yaratamayanları, kin tutamayanları salaklaştırır, acıyan ağrıyan yanlarını iyileştirirken.

şimdi çıkıp gelse mesela, gelmez de... hani hikaye bu ya çıktı, geldi, diyelim. diyelim ki şu eşikte belirdi kapıya denk boyuyla upuzun. baktı sonra. sessizce baktı -ki hiçbir ressam böyle kahverengi görmemiştir- kalkarım. sarılırım eksiksiz. bi dolu ağlarım hasretten... nasıl öpesim var saçlarını.

bağışlanmayacak hiçbir hata yok hayatta. ya da şimdi uyuştu ya ağrılarım, bana öyle geliyor. kızgınlık gitti, tortusu dahi kalmadı. bir sevmek kaldı geriye. o da bırakmıyor yakamı...

ben ona beni yok etme gücünü verdim, aşık olarak. bir de bu gücü kullanmayacağı hususunda ona güvendim. birine "aşığım sana" demek, fitili ateşlenmiş bir dinamiti eline vermek gibidir. parçalara ayrılacak olan elbette sizsinizdir. bir nevi can teslim etmektir aşk. can emaneti... kimse böyle bir yükün altına girmek istemez. kimse o dinamitin elinde patlamasını istemez. Aslında benim şu boynu bükük kalbimin özeti bu.

bugün onun benden, benim ondan alıp verdiklerimin çetelesini tutmuyorum. hangimizin haklı olduğunun da... haksızlığa uğramış hissetmenin yakıcı kesiğine de teslim etmiyorum ruhumu. müstehak bana ondan gelecek her türlü azap. müstehak...

madem ki sevdin; kuran'daki türlü belalar, tevrattaki türlü belalar... sana müstehak!

ben bugün yine o erik dallarının sızısıyla başbaşayım. mayhoş... buruk... ve hasreti güneş bilip çiçeklenmenin seherinde... ağaçların aptalı... insanların aptalıyım ben bugün.

http://www.youtube.com/watch?v=iCKwmE4xb2E

insan kalbini gömmemeli

birdenbire yüzünü değil, gözlerini değil sesini göresim geldi...

http://www.youtube.com/watch?v=NPLjgd4euEs

24 Şubat 2013 Pazar

rüyanda görürsen uyan! hatta üç ünlem abidin "!!!"

rüyamda gördüm abidin. öptü beni uzun uzun. pacey'nin pati sesleriyle uyandım sonra. bi daha da uyumadım. 5 filandı saat.

düşünmüyordum, hakkında konuşmuyordum. allahın cezası herif bu defa da rüyamda çıktı karşıma. ben uykuyu pek sevmem zaten. bi süre de uykusuz takılırız n'olucak. iş ki onunla alakalı hiçbir şey olmasın hayatımda, rüyalarımda... aynı göğü paylaşıyor olmak bile yeterince can sıkıcı...

benim allah inancımı söktü içimden.

13 Şubat 2013 Çarşamba

kırılan bir bileğin üzerinde dans etmek, kesinlikle şahane olsa gerek;)

dans edemediğin devrim, devrim değildir ki zaten abidin, mirim?!

 
"Dünyada her üç kadından biri, hayatında bir kere şiddet görüyor ya da
tecavüze uğruyor. Bir milyar kadının haklarının ihlal edilmesi
gaddarlıktır. Bir milyar kadının dans etmesi ise devrimdir."
Kadıköy Belediyesi V-Day Hareketinin küresel ayaklanma çağrısına cevap veriyor.
Kadına ve kız çocuklarına yönelik şiddete, tecavüzlere, enseste,sünnete ve seks köleliğine dikkat çekmeye çalışan V-Day hareketinin dünya çapında yürüttüğü "One Billion Rising / Bir Milyar Ayaklanıyor" kampanyası dâhilinde 14 Şubat 2013'de küresel ayaklanma çağrısına Kadıköylü kadınlar da Kadıköy Belediyesi'nin desteğiyle Sanatçı Yonca Evcimik ile dans edecekler.
"Çığlıkları durdurmak için, Kuralları yıkmak için, Zinciri kır! Dans et! Sende 1 milyar kadınla bir ol! Şiddete, tecavüze, enseste, tacize karşı dans et!" sloganıyla V-Day hareketinin çağrısı ile dünyanın birçok ülkesindeki kadınlar aynı gün ve aynı saatte bulundukları ülkenin şehir merkezlerinde dans edecek. Kadınlar, Kadıköy Belediyesi'nin organizasyonuyla 14 Şubat Sevgililer Günü'nde saat 13.00'de Kadıköy İskele Meydanında Sanatçı Yonca Evcimik ile dans ederek bu çağrıya yanıt verip, dayanışma örneği gösterecekler. Etkinlik sırasında Kadıköy Belediyesinin hazırlamış olduğu "Susma Dans Et!" sloganı baskılı tişörtler ise ücretsiz dağıtılacak.
Tarih: 14 Şubat 2013
Saat: 13.00
Yer: Kadıköy İskele Meydanı 

10 Şubat 2013 Pazar

como estas esteban

büyük bestecilerin resim yahut fotoğraflarına bakıyorum da abidin, tövbe estağfurullah ayıp olacak lakin her birinin gözbebeği eşek kadar. romantik dönem, geç romantik, barok... hiç fark etmiyor. tek ortak özellikleri gözbebekleri. hay allah yau. afyondan morfinden zahir...

evgeny eşşoğlusunun da öyle. hayır benim müziğe kapılmam yahut kapılmamam gerekirken niçin gözlerini düşünüyorum bu ulu zatı muhteremlerin, bilmiyorum. ama tahmin ediyorum. afili bilinçaltım buyuruyor ki müziğin kesinlikle gözlerle doğrudan bir ilişkisi var. hayır kulaklarla diil. gözlerle. işte niçin böyle düşündüğümü bilmiyorum. ama ben bundan eminim.

resmin de dokunmakla ilişkisi olduğunu düşünüyorum mesela. yazının?..

ben yazının, bunu da neden bilmiyorum... hemingway'in tüfeğinden çıkan kurşunla çok pis bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum. iz üstündeyim.

26 Ocak 2013 Cumartesi

skimsonik bir insanım ben milena


sokakta yaşayan insanların, evlerinde yaşayan insanlara oranını merak ediyorum...
sokakta yaşayan köpeklerin, sahiplenilmiş köpeklere oranını...
ve bu ikisi arasındaki oranı merak ediyorum.

sokakta yaşayan insanların tırnak içinde "ev"li insanlarla "insanlık" oranını
sonra
sokakta yaşayan köpeklerin, sahiplenilmiş köpeklere kıyasla "köpeklik" oranını...
ve bu ikisi arasındaki oranı...

yep abidin. götüme sokacağım mevzubahis istatistikleri.


http://www.youtube.com/watch?v=bdYpM5DTpxw