30 Temmuz 2012 Pazartesi

senisen

"tüm varlığım benim karanlık bir ayettir, seni kendinde tekrarlayarak çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek"

http://www.youtube.com/watch?v=DRumxfam3Pg

"ben bu ayette seni ah çektim, ah... ben bu ayette seni, ağaca ve suya ve ateşe aşıladım..."

abidin'e mektuplar...

aziz dostum abidin, beni bu aralar üzgün gördüğünü yazmışsın mektubunda. doğrudur... fakat endişelenmeni gerektirecek birşey yok. ya da çok. halimi ahvalimi anlayabilmen için şöyle bir giriş yapmalıyım; değerli dostum, takdir edeceğin üzere klişeler kullanarak konuşmak, yazmak sorun yaratır, çünkü güneşin, ayın, duyguların vs... kalıplaşmış söyleyişlerin ifade ettiğinden ya da bize öğretildiğinden çok daha farklı çeşitleri vardır dünyada. bunu seninle daha önce konuşmuştuk. bir süredir kendi adıma özgünlüğümü yakalamaya, bir üslup kurmaya çalışıyorum. "sensiz üşüyorum" "ayın karanlık yüzü" "şehrin karanlığı" "ayaza keser yüreğim" "yağmur sicim gibi yağıyor" şeklinde kalıplar kullanmamaya özen gösteriyorum. lakin küfürlerde çok zorlanıyorum. ananınaminoyim demek yerine "valideciğinizin avret yerlerine duhul edesim var" şeklinde süslü kelimeler kullanmak, yazdıklarında ve söylediklerinde özden uzak, gösterişli "yazar"ların işi gibi geliyor. yahut "anan seni doğurmamış sığğçççmış sıığğçmış" özlü küfrünü "amigdalasını buzlu badem diye satmış onun babası" / "limbik sistem kalmamış o gün meleklerin tükanında onlar da seyrantepe sanayiinden "meydinşayna" dümbük sistem alıp takmışlar beynine..." şeklinde ifade etmek, anlaşılır olma sorununu doğuruyor.


sevgili dostum, göte göt demenin hakaret sayıldığı bir dünyada ben gerçekten, kendimi ifade edebilme zorluğu yaşıyorum. ve idrak edemiyorum kişileri kurumları... sebeb-i hüznüm bundandır...

daima senin sevgi...
http://www.youtube.com/watch?v=16aUOSprcvc&feature=share

"ya kırdığın gönlü Allah seviyorsa? bilemezsin, bilseydin ödün kopardı; dokunamazdın... "

auschwitz, "n'olmuş yalandan bi olay" "oruç tutmuyorlarmış" "malatya'nın provakasyon olduğunu düşünüyorum" dediğin yerde başlar.auschwitz "ama bizim de askerlerimiz şehit" dediğin yerde başlar.auschwitz "biz" "onlar" ayrımı yaptığında, ben "malatya" dediğimde senin "şemdinli" dediğin yerde başlar. auschwitz, basının medyanın kör sağır olduğu yerde başlar. auschwitz "galeyana gelmeyelim" dediğin yerde... aslında uzağa gitmeye gerek yok. sivas var. ve ne biliyor musun, sivas'ta gösterilen "adalet"tir bugün malatya'yı teşvik eden...

evindesin. korunağında... toplanmışlar ve seni aileni linç edecekler. "bizi öldürmeye geldiler" diyor kızın. büyük kızın ağlıyor... belediye başkanı  vatandaşa "evinizi boşaltın" çağrısı yapıyor. ben o an ki çaresizliği tahayyül edemiyorum sadece hissediyorum. sen de dene! en sevdiklerini koruyamama ihtimalini, korkuyu düşün. evinin sana mezar olabileceğini... yakılabileceğini... evin orası senin evinnn! başına yıkabilirler. Geldiler...

"devlet diyarbakır'da şöyle müdahale etti ama bak malatya'ya gelince bişey yok", "sahura kalkıp adam mı yakıcaksın" "müslümanlar sahurda" gibi kıyaslamalara girmiyorum. bu türden kıyaslamalar  faşizmi çağırıyor. kırıntısı kalmış toplumsal vicdan parçalanıyor kıyaslamalarla. taraf olmak zorunda kalıyor herkes. hayatta elbette taraf olunucak. olunmalı. ama seçeneğin tek başına faşizm olmaması kaydıyla!








25 Temmuz 2012 Çarşamba

"gideceğim namussuzum gideceğim, öküz gibi yaşayabileceğim bir yere"

proust'la ilgili bi makale buldum onu okuyom, ferdi tayfur dinliyom, kafamda günün golü, cigara da sarıyom. az sonra lahmacun viski olayına da girecem. "şair burada içsel karmaşasını zıtlıkları ön plana çıkararak ifade ediyor" diil abidin olay. "sentez?" sentezine sogayım. halim ahvalim bu, dağılmamak için zorlanıyorum... bi de çogacayip, proust okuyorum diyince bişey, ferdi dinliyorum diyince başka bişiy oluyosun. ve ben hala şu an ferdi tayfur dinliyorum diye kendimi açıklamak zorunda hissediyorum. valla bu ilk filan diyesim geliyor. niye operanın balenin piyanonun bi takım "elit" zevklerin içinde büyümüş gibi davranmam bekleniyosa. üstelik kaval ilen koyun gibi güdülenlerin yurdunda. aristokrat zevklerim yok çok üzgünüm ama zaten türkiye'de de öyle bi sınıf yok. üzgünüm size bu sosyolojik gerçeği aşikar ettiğim için. yok... olsaydı ben eminim, ilk bizim aYle aristokrat olurdu ... neyse bi şarkısını keşfettim ferdi tayfur'un, buradaki paylaşımlardan. sürekli "repliii" yapıyorum. böyle çıkmışın köprüye, bırakacan kendini. işte bu şarkı da suyun yüzeyine çıkmayım diye bağladığın ağırlıklar vücuduna. öyle. virginia woolf'un cebine doldurduğu taşlar gibi... ya da günün psikolojisiyle ilgilidir hadise, ben bilmiyorum. ben zaten şu hayatta hiç bi sikim bilmiyorum. siz biliyosunuz. sadece siz... ve siz on numara mükemmelsiniz. ben diilim...

doğal seleksiyon diye bi hadise var ya hani evrim teorisinde. heh işte, intihar da onun bi sonucu... abartmanın lüzumu yok yani.

20 Temmuz 2012 Cuma

işte şimdi gitmeli...

eskiden köşk olan bir otelin denize bakan odasındayım. masamı pencere önüne kurdurdum. eşyalar tamamen antika, duvarlar, ışık, küçük detaylar... herşey ama herşey bir hikaye konusu... denizi izliyorum. üst katta kalanlar galiba balkona çıktı. emin değilim ama sesi çok yakından geliyor şarkı söyleyen kızın.  "sensiiiiiz saadet neymiiiiiş" minik bir jest yapmak istiyorum ve açıyorum şarkıyı. yaşar güvenir'e eşlik ediyoruz birlikte. görmüyoruz birbirimizi...

şarkıda şarkı ama, pek manidar...

tenime değen rüzgar, ağaçların hışırtısı...

öyle huzurluyum, öyle mutluyum ki, işte şu pencereden bırakabilirim kendimi, kanatlarıma güvenerek. evet onlar var. ben çok eminim bundan. belki birgün size kanatlarımın nasıl çıktığını da anlatırım... şehrin ışıklarının gözlerimizi kamaştırdığı, herşeyin ve herkesin uzakta olduğu bir gece de...

boğazımdaki yumruyu...

belki bir gün...

http://www.youtube.com/watch?v=Z-Z0HbnNqT8

18 Temmuz 2012 Çarşamba

ben sadece atan bir kalbim, başka şey değil ne akıl ne mantık... sadece atan bir kalp

gerçekte hiçbir suçlunun bulunmadığı bu tiranlığa katlanmaktan bezmiş biri olarak, hayatı mahkum etmenin tek yoludur kendini yok etmek. yarının hiçlik olması tehdidiyle kimse mutlu olamaz, olmayacak...

"çölde
bir yaratık gördüm, çıplak, vahşi...
çömelmiş oturuyor,
yüreğini ellerinde tutuyor
yiyordu.
dedim ki "tadı güzel mi dostum?"
"acı acı" diye karşılık verdi;
"ama seviyorum
çünkü acı
ve benim kalbim"

crane

"usulca giderim güneş gibi batısından bu kentin..."

"bir eksildik işte. hayat boyu niye var olduğunu, kim olduğunu sordun. artık yoksun. şimdi mesut' musun?" demiş ilkay...
burnumun direği sızlıyor...
kızıyorlar mesut'a, neden diyorlar, erkendi, ani oldu be... benim diyecek bişiyim yok. içim yanıyor. onu biliyorum bi tek ve bir de bi kere anlamaya başlayınca ölüme yakın duruyor insan, bunu biliyorum... insanın kendi kararıyla çıkıp gitmesi bu dünyadan, bir karar anı diil sanki. "kalıp mücadele etmek" ya da "vazgeçip ölmek/gitmek" diye bir seçim yok önünde. gitmek, tek seçim... ya da işte intihar, doğal sonucu bu gidişin... belki de seçeneksizlik halidir, bilmiyorum.
ayakları yalındı o fotoğrafta. neden...

nilgün'ün yanına gitti diyorum kendi kendime. kaan'ın yanına, sylvıa plath, cesare pavese'in... öyle ya, kendi isteğiyle gidenlerin toplandığı bir yer olmalı diil mi, uzay boşluğunda? bu dediğime inanmıyorum... tesellisi yok bunun.




17 Temmuz 2012 Salı

gitti o... "bi topuk"

dediler ki "inşaattan atladı, öldü" ... yalaaaannn! umutsuzluktu onu aramızdan çekip çıkaran!

16 Temmuz 2012 Pazartesi

daha çok korkar oldum yaşamdan birini canına kıydırdı diye


Bir binanın tepesine çıkarsın ve bırakırsın kendini boşluğa. Sen yükselir yükselir, uzay boşluğuna fırlatırsın kendini. Onlar yere çakıldın zannederler. Hayatla ilişkini bitirirsin; seni çürüten tüketen herhangi bir ilişkiyi bitirir gibi, yani kesip alır gibi kangren bir yarayı… onlar “intihar” derler. Bu dünyanın kapısını çarpıp çıkmak gibidir, bir binadan atlamak. Kapıyı çarpma şiddetini yere çakılma şiddetin belirler. Belki ilaçla intihar edenler, sen uykudayken sessizce hırsız gibi terk edenlerdir kendi hayatını, evini, bu dünyayı… Kapıyı usulca açıp, çıkıp giderler… ki sen sessiz sedasız gitmeyi de denedin...

Bugün çarpıp çıktın o kapıdan. Bunu düşününce canım yanıyor.

Sana sormak istediğim tek bir soru var aklımda. Yok. Buruşturma hemen suratını “neden yaptın” demeyeceğim…  Paxil kullandın mı? iyi geliyo çünkü o.

ah be mesut...
...
ahhh be...

13 Temmuz 2012 Cuma

bu aşk burada biter ve ben çekip giderim. yüreğimde bir çocuk, cebimde bir revolver. iyi günler sevgilim


Sadece onu özlemiyorum Abidin. Onunla ilgili her şeyi özlüyorum. Gözünün değdiği yeri, içtiği sigarayı, efkar sebebini kahkaha sebebini… sevdiği şarkıları filmleri… kızdığı adamları hatta… yüzünü… gözlerini… gözlerindeki ışığı… kirpiklerini… dalağını böbreğini götünü başını… bi Dakka lan. Göt mü dedim ben. Omg Abidin eğer onun bi götü varsa bırt yapıyordur. Kaka yapıyordur. Üff iğrenç. Tanrısal bi hadiseydi benim için o. Aşk hakikaten de insanın gözünü kör ediyomuş. Nası fark edemedim. Büyük hayal kırıklığı yaşıyorum şu an. Benim sevdiğim adamın götü olacak öyle mi?.. Normal mi? Ne’si normal Abidin. Kabul etmiyorum. Olmaz diyorum. O-la-maz. O’kaaa! aşk ve göt aynı cümle içinde bile kullanılamaz. Aç sor tdk’ye. Yazım hatası olur, anlam hatası olur, oluroğlu olur. Neyse. Vazgeçcez. Zararın neresinden dönersek elmadır. Sen armut diye mi biliyodun? Sor bakali gogıla. Karmış. Zararın neresinden dönersek kardır. A’nın üzerinde inceltme mi var? Oha Abidin. Tdk tiner mi kullanıyo. Skandal!

http://www.youtube.com/watch?v=Ahh1rP0qL-s

 

mavi ekran veriyorum

bir kere daha pişman olmuşsam, bi yerde bi hata yapıyorum demektir. daha önce de yaptığım bi hatayı tekrar ediyorum. bu kesin... mutsuzum. şevkim, inancım kırıldı. ve yolun henüz başındayken bu böyle. beynim infilak raddesinde. yetersiz hissediyorum, beceriksiz hissediyorum. herkesi memnun etmeye çalışırken, mutsuzların en mutsuzuna dönüşüyorum. hayır, insanı kendi emeğinden, bebeğinden soğuttuğunuzda nasıl olacak ki.üstelik ben bu bebekle gerçekten de dokuz ay boyunca yattım kalktım, hayatımı buna göre düzenledim. uyumadım. geriye kalan herşeyi bıraktım sadece bu bebeğe harcadım tüm enerjimi, umudumu, emeğimi... doğurup camii avlusuna bırakmak için yine diil mi. kendimi sokak köpeği gibi hissediyorum.

sadece şu sözler  "eski bir madende göçük gibiyim, toprağın altında kalabilirim"

12 Temmuz 2012 Perşembe

yalnızlık sana mahsus rabbisi, ben şirk koşan kullarından diilim, tövbestağfurullah. ama...

yalnızlık iyi hoş güzel ammaaa ziyan... günah. misal; annem zeytinyağlı filan yaptıydı gitmeden evvel. bissürü bissürü. onlar bile bozuluyor... ekmek küflendi, ekmeklikte. kiraz aldım, çürüyor buzdolabında... yazık yani. bulamayanlar var.  o bakımdan. yalnız hissetmek bi israf biçimi. tabi sen daha iyisini bilirsin rabbisi...

ama beni bunca yalnız bırakmayaydın iy'di. öte tarafta şirkle suçluycaksınız bi de beni diil mi?. :((( 

http://www.youtube.com/watch?v=rQLZoclskdE

8 Temmuz 2012 Pazar

muhteşem olucak:)

"muhteşem olucak, bunu biliyosun diil mi"
dedi bana. aslında bilmiyorum ama duyunca, şimdi aklıma geldikçe içimle gülümsüyorum. kalbimde, kan hücrelerimde, iliklerimde hissediyorum bu cümleyi.

uzunca bi zamandır, hayli uzunca bi zamandır duyduğum en güzel şey "muhteşem olucak" korkma diyor, sakin ol diyor, inan diyor. bi bilgelik var. ya da bana öyle geliyor, ne biliyim...

bi ince hüzün var yine de. ama öyle delirdiğim anlar gibi diil, herşeyi yakıp yıktığım zirvelerim gibi... diil. bunu söylemek için erken mi bilmiyorum ama büyüyorum galiba. anlamaya çalışıyorum bana ne olduğunu, düşünüyorum. hep bi kemik resmi geliyor gözümün önüne. kırılan kemik, benmişim o. çat diye iğrenç bi sesle kırılıyor ve saçılıyor kan, ilik, hücrelerin... ortalık berbat. ortalık kokuyor. güneş değiyor ve çürüme başlıyor. kurtçuklar... yazarın burada güneşle kastının umut olduğunu belirtmeme gerek var mı? beni çürüten hep bir umut idi. ya da içimdeki o müthiş umut etme potansiyelini yanlış kullanmam. burada gülümsüyorum...

düşünüyorum ben böyle kendimi. bana ne olduğunu. artık kemik diil de saksıda nergis olarak görüyorum kendimi. cam önünde, biraz susuz kalmış. güneş değiyor, sararma başlıyor. hiç ses çıkarmıyor nergis kururken, solarken, ölürken. etrafa bulaşmıyor, kötü kokular saçmıyor kemik gibi. çürüme yok. kurtçuklar yok... sessizce gidicek nergis... zarif bi gidiş bu. ve annem o pembe saksıya başka bi çiçek dikicek...

"muhteşem olucak" evet artık biliyorum...

http://www.youtube.com/watch?v=rQLZoclskdE

5 Temmuz 2012 Perşembe

beni unuttun mu?

çimenlerin üzerinde yürüyorum yalınayak. günün en erkeni. sis var. bulutlar yere inmiş sanki. gövdem, başım belime kadar bulutların arasında. siz olduğunuz yerden baktığınızda yürüyen bir çift ayak görüyorsunuz sadece. bulutlar... ağzıma, burnuma, saçlarımın arasına ve gözlerime doluyor.  hafif bir ıslaklık var havada. sabah çiği. neden bilmiyorum beyaz, üzerinde kırmızı yeşil küçük çiçeklerin olduğu bir etek var üzerimde. uzun değil, kısa da... üstüm çıplak ve omuzlarımdaki sivrilik bulutlara batıyor. bunun için özür dilemiyorum...

yürüyorum. çok yavaş. kulaç atsam süzülür müyüm dememe kalmadan, ellerim kollarım öne doğru uzanıyor ve kulaç atmaya başlıyorum. bunu düşünmedim. tam düşünmek üzereydim ki, yaptım. ayaklarım yerden kesiliyor. bulutların içinde yüzüyorum, balık gibi. siz olduğunuz yerden baktığınızda hiçbir şey görmüyorsunuz artık. ben tam böyle huzur... ben tam böyle dua... ben tam böyle şiire çeyrek kalmışken, çimenlerin uzadığını görüyorum. uzuyor uzuyor onlar. ayak bileklerimden tutup beni, çekiyorlar aşağı... toprağa... saçlarım bir oyuğa takılıyor... çekip kurtarmaya çalışırken ellerim de oyukta kayboluyor. oyuk gövdemi yutmaya çalışıyor. bunu nereden bildiğimi inanın bana bilmiyorum. ama bu oyuk, omuzlarımdaki sivriliğin bulutlara batarken açtığı yaralardan oluşuyor... yaralarım beni yutmaya çalışıyor. ve çimenlerden kurtulamıyorum. ikiye ayrılıyorum. ben böyle bölünürken, ben böyle kopartılırken kendi kendimden, siz olduğunuz yerden yalnızca telsiz seslerini duyuyorsunuz.

bacaklarım gövdemden ayrıldığında yara beni tükürüyor. bedenimin yarısı yok, saçlarım kazınmış. o güzelim sabah çiği, güle menekşeye düşen, hemen hepimizi tanrıya inandıran sabah çiği, koparıldığım yerden iltihaplandırıyor gövdemi, göz göz... göz göze geliyorum tam da bu sırada çimenlerin aldığı bacaklarımı dişleyen karıncayla. kocaman bir karınca ordusu. etimden parça taşıyorlar yuvalarına. ağırlıklarının doksan katını kaldırabilen tek canlı türüymüş onlar. sayabilsem şimdi o karıncaları, ne kadar zaman içinde, benden geriye hiçbir şey kalmayacağını yeryüzünde, hesaplayabilirim. matematiğim fena değildir. ama karıncalar, ben çocukluktan sizi incitmemeyi öğrenmiştim. hani sırat'tan geçerken bana yardım edecektiniz? din bilgim, pekiyi...

umudum, hayallerim, sevmelerim iltihaptan sızıyor.  yaralarım çürüyor, kurtlanıyor. milyonlarca larva oluşuyor. siz yalnızca gazetelerden okuyorsunuz. "bazı kentlerde gökten ölü kurbağa yağdı"  çocuklar dere kenarlarında, kanal boylarında kurbağa eziyorlar taşla... insanın gövdesinden kurbağalar koparken, inanın bana acıyor... çok acıyor...  çocuklar kurbağaların başını ezerken bu kez de ruhumda yaralar oluşuyor... eyüp'e dönüşüyor ruhum. "beni unuttun mu?" diye haykırmak istiyorum. sormak istiyorum "neden"... sorularımı, fikirlerimi, rahatsızlıklarımı, kırgınlıklarımı ve kızgınlıklarımı... kendime saklamasını öğrendim. haykırmıyorum. sormuyorum. o, aklımı okuyor olacak ki... belki de gerçekten şah damarımdan bile yakındır bana. cevap veriyor. dile gelerek değil. küre göstererek değil. ilhamla... ama içime doğan bu bilgiyi sizinle paylaşmayacağım.

kıldan ince, kılıçtan keskinmiş bu köprü gerçekten de. tarif eden, daha önce görmüş olmalı... ben o köprüyü karıncaların midelerinde geçiyorum. bacaklarımı yemeleri boşuna değilmiş, ancak şimdi anlayabiliyorum. aşağısı alevler... alevlerin tam ortasında bir kalp var, atıyor. binlerce karıncanın gözleriyle görüyorum. tanıyorum. benim kalbim bu. acısından tanıyorum. ve bağırıyorum. cehennem diye birşey yok. cehennem diye birşey yok. cehennem kişinin kendi yangını... bu kadim sırrı aşikar ettiğim için tanrı köprüleri yıkıyor. alevler binlerce karıncayı yutuyor...

yandıklarını bile anlayamadan... birden küle döndüler, bu yüzden hiç acı çekmediler.