27 Mayıs 2012 Pazar

tabula rasa


Önce başını kesiyorlar, sonra kesilen başı eziyorlar. Ezdikleri başa su veriyorlar ve en sonra da kor ateşe atıyorlar… Buğday başaklarından bahsediyorum. Ekmek böyle yapılıyor Abidin. Yok yahu sarhoş diilim. Gram içmedim kaç gündür. Hem ben sarhoş olduğumda üzüm daha yaratılmamıştı bile. İnsan birini öldürmek için sürekli yeni silahlar bulabilicek kadar gelişime açık bir canlı ya, dedim ki kendi kendime. Şahin biraz bu meseleye kafa yorsun. Tabii Şahin gıyabında kafa yoran ben oluyorum burada. Düşünürken düşünürken kusursuz cinayetin formülünü bile buldum. Birinin yaşam sevincini elinden almak… Kusursuz cinayet budur. Cesedi teşhis eden bile çıkmaz. Hiçbir adli tıp teknolojisi faili bulamaz. İşe yaramaz. Ne CSI Newyork… Ne Behzat Ç… Neyse işte. Şahin’ de umutsuz bir zamanındaydı. Artık kendini ifade edebilmek için yeni yollar arıyordu, sanatında. Onun sanatı öldürmek. Ben de eline bir orak verdim. Onu kullanarak işleyecekti cinayetlerini. Orakla cinayet nasıl olur derken, biçilen başak tarlaları geldi aklıma. Ve ekmeğin yapım süreci, derken de olaylar gelişti işte… Şimdi bu fikre nereden baktığın çok önemli. Soframıza gelen nimette bile feci bir şiddet var da diyebilirsin. Şahsi algılayıp ham idim piştim yandım elhamdülillah’a da bağlayabilirsin olayı. Ben her ikisine de eşit derecede uzağım. Anlamsızlıktan geberinceye kadar, birbirine zıt tüm anlamları bir arada kullanmak istiyorum.

Uykusuzluk kafası bu bendeki. Kendi kendime asit salgılıyor, parçalarımı yakıyorum. “anlam”lara ettiğimin aynını ediyorum aslında. Yine kendime. Değil mi ki sevda sahrasında mecnun olmayanlar mecnunmuş gibi yapıp, Leyla’yı çağırdılar, çölü incittiler… Ve bunda hiçbir beis görmediler. İnsanı, gözünün gördüğünden, kulağının duyduğundan, dilinin söylediğinden bile şüpheye düşürdüler. Aklanmak, temizlenmek gerek. Sıfırla çarpıp yok etmek gerek şimdi tüm anlamları, renkleri, gözleri, düşleri… işte şu kırgınlığı boyundan büyük yazıyı hatta. Herşeyi! Ekmek böyle yapılıyor…