29 Mayıs 2012 Salı

halden anlamayan plastiğe aşina olmasak da plastik dediğin binlerce yıl öylece kalır doğada, ne çıkar unutsan da


SEN…

Sayende anlıyorum, niçin inanmadığımı bu çağa.
Ben seni hiç ekmeğini bölüşürken görmedimdi.
Ben seni kalbini bölüşürken de görmedimdi.
İnsan umutsuzluğa kapıldı mıydı, buna bir çare düşünmeli.
Ben seni hiç çaresiz görmedimdi.

Ben rüzgarı teninde hiç görmedimdi.
Seni titrerken, savrulurken…
Yaprak dökerken ya da ilkbahar değmişken dallarına…

Ben senin bir yolu yürürken ki zarafetini görmedimdi.
Ne de uzun bir yolu adımlarken seni…
Ben senin omzunda hiç, bir dostun gözyaşını görmedimdi.
Ben seni hiç, hayal kurarken, bir düşten uyanırken…
Görmedimdi. Uzaklara dalmışken…
Ben seni, şiir okurken hiç görmedimdi…
Şiire, tanrıya, aşka, insana…
İstersen şu kozasından çıkıp, kanat çırpan kelebeğe…
Ama bir şeye…
Ben seni hiç, inanırken görmedimdi…

Yapma çiçeklere benziyorsun, hiç solmayacakmış gibi.
Ama gerçek olmadığın, her halinden belli.
Derler ki rüzgar, kokuları taşımak için eser.
Ve anlıyorum işte şimdi, rüzgarın niçin tenine değmediğini.
Plastiksin, plastiksen, plastik…


VE BEN…

Hiçbir şeyin, hiçbir şeyliği kadar birşeyim ben de. Hiç kimsenin okumadığı kitapları okur, hiç kimsenin izlemediği filmleri izler, hiç kimsenin söylemediği şarkıları söylerim. Hep geç kalma hali buruşur yüzümde, yaşlanırım. Unutulurum ben böylece, bir bankta oturmuş, ölmeyi dahi unutmuş alzeihmerlı gibi. Bankın önünde denizler vardır. Ardında parklar… Deniz kıyıyı ittikçe kendinden uzağa –bu sesi biliyor olmalısınız, unutmak ve hatırlamak arasındaki ince çizginin sesidir köpük köpük kıyıya vuran- ben saatlerce denizin kıyıdan, kıyının denizden alıp götürdüklerine bakarım. Ve böylelikle ben bir kez daha, bu kentten dışarı akan bütün trenlere geç kalırım. Oturduğum banka, erik ağacının gölgesi düşer. Dallarında serçeler vardır. Ki benim yaşamamda her zaman bir erik ağacı ve bir erik ağacının bütün o lunaparklara gidip, dönmedolaplara binmeye benzeyen şenlikli sızısı bulunur. Benim yaşamamda her zaman biraz serçeler vardır, yorulur, vurulur onlar. Serçeler ve erik ağaçlarını bir imza gibi taşırım tüm yazılarımda. Saatlerce baktığım olur uzaklara… boş bir kağıda günlerce… ülke değiştiren bütün mültecilere geç kalırım, böylece. Yıllarca bir aşka baktığım olur. Hayata geç kalırım, bu yüzden de. Ne çıkar. Ölecek yaştayız her zaman, hepimiz de. Ama ben daha balıklara rakı içirecektim, kuş besteleyecektim telgraf tellerinde, hayatımın geri kalanına frambuazlı pasta olarak devam edecektim der, kendime acır, kendime acıdığım için yine kendime kızıp, azar yemiş bir çocuğun ağlaması gerektiği kadar ağlarım, sonra. Ağlamak ki yağmura bakmasıdır gözlerimin… Ben böyle bakmaktan bakmaktan ve geç kalmaktan hep, yeni bir varoluş biçimi geliştiririm, kimseyi ilgilendirmeyen. Serçeler aniden kanatlanır, eriğin dallarından. Bir onlar sanki, bir onlar somutlar, unutulmuşluğumu dünyadan… Ve bir unutulmuşun hafızası yoktur.

Hiç hatırlamayacak olmam seni
Üzmüyorsa artık beni
Bu son satır, fazladan yazılmış demektir.

-ama sen hala bir şiirsin ve ben hala pusula iğnesi titreyen düz bir yazı