28 Aralık 2011 Çarşamba

Lancome Hypnose

Aşk, dostluk, sadakat gibi yalnızca sana bağlı olmayan kavramları ciddiye alma. Bir yüklem için en az iki öznenin şart olduğu cümleleri… Kaynağını her ne kadar senden alsa da bu saydıklarımın –ve bu liste uzar gider- bir muhatabı var. Bir karşı taraf. Ve onun sırtında taşıdığı geçmişi; ezberi, ahlakı, duyguları, ideolojisi… O’nun o olmasına sebep… O’nu sevmene sebep; yükü var… Yalnızca senin elinde değil hiçbir şey. Yalnızca onun da elinde değil… Kapılmamak en doğrusu…

Şüphesiz hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz. Süperkahramanlar ve şizofrenler hariç… Hemen hemen benzer şeyleri deneyimliyor, aynı dönemeçlerden geçiyor, aynı taşa takılıp dizimizi kanatıyoruz. Kalbimiz aynı ölçüde ağrıyor ve kesilince acıyor bileklerimiz. Hiçbirimizin hayatı diğerimizinkinden üstün ya da farklı değil. Eşit ölçüde değersiziz. Bu kesin.

Büyük umutsuzluğa düştüğüm zamanlarda etrafımdaki insanları daha çok izledim. Acıyı artık fiziksel olarak da hissettiğim tüm o katatonik anlarda. Nasıl olup da hala yemek yiyebildiklerini?.. Uyuyabildiklerini?.. Nasıl hala devam edebildiklerini?.. İçlerinde bu acıyla… İçlerinde bu zehirle nasıl, hala çıldırmadıklarını anlamaya çalıştım. Bir reçete, bir merhem bulabilmekti niyetim, iyileşebilmek için.

Anneannem öldükten üç gün sonra mezarına gitmiştim. Çok kötü kokuyordu. Muhtemelen çürümeye başlamış bedeninin kokusuydu yayılan. İnsanın en sevdiğiyle ilgili böyle bir anısının olması hafızasında, pek hoş bir şey değil aslında. O, derin acılar çekmiş bir kadındı. Ve hiçbir zaman bunu anlayamazdınız. Hissettirmemeye çalışırdı ne yaşadığını. O gün mezarlıkta ölülerin neden çürüdüklerini anladım; bu dünyanın bilgisi, içlerindeki o zehir…

Bugün kendi adıma, nasıl olup da çıldırmadığımı biliyorum. Uyuyorken, yemek yiyorken, “herşeye rağmen”ken, aslında bana ne olduğunu…

http://www.youtube.com/watch?v=BBeXF_lnj_M