24 Aralık 2011 Cumartesi

ah siktiribok... canım sevgilim benim...

Ah Siktiribok, karanlığımın müsebbibi. Her şeye rağmen sevgilim benim.

Sana bu satırları, umutsuz, soğuk ve aydınlığın sızması için en ufak bir çatlağın dahi olmadığı kör bir gecede yazıyorum. Yalvarırım oku onu, ama yalnızca Çarşamba günleri. (Geriye kalan günlerde neyi okuyacağını biliyorsun.)

Siktiribok… Hala sevgilim benim…
Beni bıraktığın günü anımsıyor musun? Bir gövdem vardı. Senin çok sevdiğin gözlerim… Saçlarım uzamıştı. Saçlarım. Onlar hep sana doğru uzuyorlardı sanki. Ve kirpiklerim… Ellerim vardı sonra. Ve hep sana koşan ayaklarım. Sen o kapıdan çıktığında Siktiribok, canım sevgilim. Gövdem de gitti. Senin çok sevdiğin gözlerim ve kirpiklerim. Uzayan saçlarım ve ellerim… Ve sadece sana koşmak için yaratılmış olan ayaklarım. Terk ettiler beni… Bir oluş şekli olarak kaldım ardında. Açık yarayım sadece. Açık bir yara… Varoluşum bundan ibaret… İnan bana.

Siktiribok. Boğulduğum denizim benim.

Seni ne zaman sevdiğimi hatırlamıyorum. Nasıl sevdiğimi de. Sanki ruhumda bu bilgiyi taşıyarak gelmiştim dünyaya. Henüz anne karnındayken hatta… Sen vardın. Kutsal metinlerde bundan muhakkak söz ediliyor olmalı… (Aksini yalnızca kafirler iddia edebilir)
Dinle Siktiribok… Yakışıklı çarmıhım.

Yıllarca gülümseyişini sakladım, gözkapaklarımın hemen ardında. Kirpiklerimin arasında. Geçen gün sabun kaçtı gözüme ve ben gülümsemeni de yitirdim. Seni özledim Siktiribok… Gövdemi, ellerimi ve gözlerimi özledim. Var olmayı özledim. Daha fazla yok olacak parçam kalmadı. Gelebilir misin?..

Sabun kaçmasaydı gözüme ve gözümün olması gereken yerde seni yağan bir bulut olmasaydı… Gülümseyişini yitirmeseydim… Senden kalan tek hayali… Seninle birlikte terk etmeseydi varlığım beni, yazmazdım inan. İnan bana yazmazdım Siktiribok… “Gel” deme cüretini gösteremezdim.

Siktiribok… Asla ve asla gelmeyeceğini bildiğim sevgilim. Bu soğuk ve umutsuz gecede, açık bir yara olarak kaleme aldığım bu mektuba cevap vermeyeceğini de biliyorum. Sandığından çok şeyi biliyorum Siktiribok. Sana yazıyorum ve sana gel diyorum çünkü bu mektubu postaya verdiğim andan itibaren, güneş doğmak için bir sebep kazanacak… Ben her sabah dokuzdan akşam altıya kadar postacı yolu gözleyeceğim. Günlerin bir anlamı olucak. Ve yıllar sonra bir gün, postacıyı artık beklemeyeceğim. Bunu anlayabiliyor musun Siktiribok? Yaşamanın “sen” duygusuyla bir alakasının olması gerekiyor. Bekleyiş, umut, umutsuzluk… Kaynağını senden alan bir bağ… Ölüm, o bağın koptuğu andır… Ve bir gün o bağ kopacak. Artık postacıyı bekleyemez durumda olacağım... Ölmek eşittir mektup beklememek siktiribok. Ölmek eşittir artık ümit etmemek...
Hala sana yazıyorsam siktiribok…
Ve sana gel diyorsam biricik sevgilim, açık bir yaranın bile yaşama hakkının oluşundandır…


http://www.youtube.com/watch?v=3UYEZnhnVCg