16 Ağustos 2012 Perşembe

bir azarla ölümü düşünen çocuğun şarkısı

Uçuruma açmanın kenarındayız bugün.
Sanki kanatlanmadayız.
Ne kadar sevgiyle konuşsak da
Ki konuşuyoruz.
Korkuyoruz göz göze gelmekten Edip abi.
Korkuyoruz.
Sanki gözler, şiirdir de birbirine
-ama öyle olmalı, değil mi-
Yokuş aşağı inen bir şiir.
-Nereye?
-Ben bilmem nereye…
Biz göz göze gelirsek sanki,
Hayatımızın freni patlayacak gibi…
-Korkmakta da haksız sayılmayız gerçi.

Demin sokaktan bir adam geçti.
Dudağının kenarında sigarası
Parmakları sararmış tütünden.
Sararmış olmalı, görmedim esasen.
Sana benzettim Edip abi.
Yürüyordu sokakta…
Ama böyle balkona çıkmış gibi yürüyordu.
İşte şimdi Galata’da çay içer gibi yürüyordu.
İşte şimdi meyhanede demlenir gibi yürüyordu.
tren yolculuğuna hazırlanır gibi yürüyordu.
Trenler diyorum Edip abi.
Yakup’u çağırmaya benziyordu.
-Yakuuup!
-Yakuuuup!
Yakup diyince ben.
Oturup tütün sarıyorum.
Rakı koyuyorum iki kadeh.
Biri Yakup’a…
Hızlı hızlı içiyorum.
Yerlerini değiştiriyorum eşyaların.
Masayı şuraya.
Sandalyeyi buraya.
Saksıları buzdolabına
Gramofonu defterimin arasına,
Plakları çamaşır ipine asıyorum.
Bir soluk dinleniyorum.
Yavaşlıyorum.
Yavaşlayınca ben, sadece o’nu düşünüyorum.
Yakup’un rakısına uzanıyorum böylelikle.
Ben ne zaman o’nu düşünsem.
Hep Yakup’un rakısına uzanıyorum.
Hızlı hızlı içiyorum.
masanın üzerine sandalyeyi koyuyorum, ters.
Perdeleri tutuşturuyorum.
Kül asıyorum camlara.
İyi böyle iyi.

Sokağa atıyorum kendimi.
Koşar gibi yürüyorum.
Kafelerde oturuyorum, barlara girip çıkıyorum.
Çarçabuk yaşıyorum günü.
Hiç yalnız kalmıyorum.
Sevişiyorum gecelerce.
Unutmak bir hız kazanıyor böylelikle.
Yaşım otuziki Edip abi.
Çağrılmamanın ta kendisiyim.
Bir, o'nun sesiyle...

Bir gün, uzanmıştı ellerime,
Çiçek açıyor gibi uzanmıştı.
Güneş doğuyor gibi uzanmıştı.
Yan yana, yanan iki mumun
Birbirine eğilerek erimesi gibi.
Uzanmıştı.
Tutacak sandım.
Ben eminim o sırada serçeler,
Sözgelimi bir erik ağacının dallarında…
Ama erik ağacı da tomurcuğa durmuş mutlaka.
Dallarında onlarca serçeyle…
O, uzanırken ellerime
Tam da bu an'da
serçeler göğe kanatlanıyordu.
Tutacak, bırakmayacak sandım.
Bir avuç çivi bıraktı, ellerime.

Söyle bana Edip abi.
Ne yapar bir romantik, bir avuç çiviyle?

Mevsimler döndü, etimde paslandı çiviler.
Kaçıyoruz hala.
Bilmem ki nereye?
ama birbirimizden hep en uzağa.

İki insanın birbirine en uzak noktası.
-Gerçi bunu en iyi sen anlatırsın.
Ne kadar çok konuşulursa konuşulsun
Sevgiden
Ve sevgiyle…
Hala söylenmemiş olarak duran sözcükleridir.

O, en çok susuyor
O, sanki hep susuyor.
Susmak sanki bir ırmak da
O, kıyısından su içiyor.

-Ben mi?
Burada yüzüme acı bir tebessüm iliştiriyorum.
Ben.
Ben çok konuşuyorum, Edip abi.
"o" girince lugatıma şiddetli cümleler kuruyorum.
Sözgelimi, özledim diyeceğim.
Kafam karışıyor böyle anlarda.
Özlemekten ibaret kalıyorum yalnızca.
Yoksunluk hissetmek midir özlemek sadece?
Özlemek…
öze de katmak değil midir bir anlamda.
Özledim, özümde aradım ben onu.
O, nerede?
Ben de değil, bir tek bunu biliyorum.
Gövdemin ortasında kocaman bir oyuk oluşuyor o zaman.
Böylelikle özlemek, bir küfre dönüşüyor
Dudaklarımda.
İmalar, dolambaçlı, alaycı laflar…
Uzun, anlamsız, başı sonu olmayan
Ve hep öfkeli sözcükler çıkıyor ağzımdan.

Onu incitmek ister gibi yaşıyorum Edip abi.
Şairin dediği gibi hani
“ona çok kötü bir şey olsun istedim. Beni sevsin”
Ben bu şiiri ne zaman hatırlasam,
Fikrimin ince gülü’nü söylemeye başlıyor Yakup.
Fikrimin ince gülü'nü söyleyince Yakup,
O'nu sevmek, nahif…
Kırılgan ama sertlikten değil, incelikten…
İncelik ki, zayıflıktan değil zarafetten…
Gülümseten, erik gibi mayhoş…
Denize karşı akşamüstü rakısı gibi
Bir şeye dönüşüyor.
Ben işte o zaman da,
Ona çok güzel bir şey olsun istiyorum.
Beni sevsin.

Bir daha ağzımda çivi varken konuşmayacağıma söz veriyorum.
Yutkunuyorum.
Böylece ben ne zaman yutkunmaya başlasam,
O, susuyorum sanıyor.
Duvarlar örmeye başlıyoruz yüzümüze,
Hoyrat tuğlalardan. hemen.
Yabancı bile olamıyoruz artık.
Harp halindeyiz, birbirimize hiç birşey değilken.
Dikenli teller geriyoruz aramıza.
Kan içindeyiz.


Ve böylece biz.
Başladığımız yerin,
-bir şeye de başladığımız yok ya.
daha da gerisine düşüyoruz.
Aramızda konuşulmayanlar, kor.
Birimiz azıcık esse hani, harlanacak ateş.
Çıkacak yangın.
O denli sıcağındayız birbirimizin.
Dokunmaya korkuyoruz.
Esmiyoruz Edip abi. Neden.
Sönmüyoruz. Neden.

Doğrusu bu ya;
O esmek istese, ben sönüyorum.
Ben esmek istesem, o sönüyor.
Ama illa ki birimiz o ateşi hep diri tutuyor.
Bir yanlış zaman mıyız, biz neyiz?
Yanlış iki insan mıyız, biz neyiz?
Aşk, yanmaktan ziyade sönememe halidir, diyorlar.
Öyleyse biz neyiz?

Birbirimizi değil de,
Yağmuru bekler gibi yapıyoruz.
Biri gelecek bir gün.
Bulutlarıyla gelecek, bir gün.
Kül edecek, aramızdaki “şey”i.
Biri gelecek!
Biri alacak, bizi birbirimizden.

-Sonra ne olacak?
-Yara baki kalacak.
biz dediğime de bakma.
Aşkın tekil hali değiliz, biz.
Dilin kuralları gereği. Biz.
Zımpara taşı anlamına da gelebiliyoruz bazen.
Biz diyorum. Biz ki;
ustasıyız kalbimizi birbirimizden esirgemenin!

Bana sorarsan Edip abi.
Duymak istediği sözcüklerin peşine düşmesidir
İnsanın bütün bir serüveni.
Çocukluktan beri bu böyledir hatta.

Bazan oluyor.
Bazan o konuşuyor
Bazan “seni seviyorum” diyebiliyor.
Bunu nasıl başarıyor, ben hiç anlamıyorum.
İçimi bir güzel yıkıyor.
Ama bilmiyorum. Ben. Neden.
Kuşkucu bir güvercine dönüşüyorum o zaman.
Kanatları gövdesine yapışık, spastik bir güvercin.

Sevmek tamam sevmek de,
Ya değilse benim istediğim gibi bir sevmek?
Ayşe’yi de seviyor örneğin. Allah’ı var, Ayşe iyi kız.
Ali’yi de seviyor sonra, arkadaşı.
Kedileri seviyor.
Ve futbolu…
Ali’yi, Ayşe’yi, kedileri ve futbolu,
Sever gibi seviyorsa ya beni de, Edip abi?
Olmayacak iş değil.
-Peki bu aramızdaki kor, niye?

Ömrümce duymak istediğimi duyduğumda, ondan.
İnsanın bütün serüveni, inanacak birşey aramaya dönüşüyor, o zaman.
Tam da bu noktada tanrı, daha bir anlam kazanıyor.

Ben böyle kanatları gövdesine yapışık bir güvercin, kuşkucu.
Düşersem ya?
-Beni bu ağacın en yüksek dalına kim bıraktı Edip abi?

http://www.youtube.com/watch?v=mYVckxZVI_g