31 Ekim 2011 Pazartesi

MAALESEF AMA…*

Bazı bazı sevmem ben, sorulmadan fikrimi söylemeyi…
Mutsuz diil, yalnızca suskundum. Onlar konuşuyorlardı, benim dahil olmadığım bir mevzuda. Birileri konuşurken siz dalar mısınız bodoslama. Bu çok saçma diil mi? Ne yapabilirsiniz ki? Sıkı bir dinleyici olup, neyse son kelimeleri havada yakalayıp, benceyle başlayan cümleler mi kurmak gerekir böyle durumlarda?..  Bu nasıl dedi biri sonra diğerine uzattı. Nasıl kelimesini ağlarla buluşmak üzere olan topu sıçrayarak, şans eseri kucaklayan gayretli kaleci gibi havada kaptım. “nasıl?” … “nasıl bence   nedenden sonra en anlamlı kelimedir. Soru işareti nasılla kurulan cümlelerin sonuna pek yakışır, soru işaretinin hemen akabinde iki tane nokta koyup, soru işaretinin noktasıyla birlikte üç noktaya tamamlayarak taçlandırırsanız soru cümlenizi bi derinliği bi anlamı olur, yani sanki… yani bence..” bu nasıl diye bana sorulmadığı için, diyemedim. Sustum ben…  buraları böyle güzel diil dedi, diğeri. “Güzel diil bence de beni burada saçma sapan bir durmak eylemiyle baş başa bırakmanız, güzel diil ve hatta şık bir hareket de diil… Oysa durmak bir eylem biçimi dahi diil, bi kişiliği… rengi kokusu olmayan bir durum… bi oluş şekli… ama tabii bence…” demedim. Yine sustum. Şurası sanki daha siyah olsa… dedi öteki. Sorulmadı ama “siyah bence çok güzel bi renktir. Karanlık olduğu düşünülüyor ama diil, tüm ışığı soğuran bi renk nasıl karanlık olabilir ki. Karanlık siyah diildir. Karanlık berbattır. Ama siyah harikadır… yani bence” demedim. Daha çok sustum. Başımı açık olan tvye çevirdim.
Suskun da diildim aksine salak gibi durmak halindeydim. Yani bu çok saçma. Ben oradaysam… yani bu benim çok değerli bi şahsiyet oluşumdan diil ama orada olmam gerektiği için oradaydım ve hala neyi bekliyorduk? Gözümü açık olan tvden hiç ayırmadım. “bitti mi” diye sormak geçiyordu aklımın ucundan ama dilimin ucu pek itibar göstermiyordu aklımın ucuna. İki ayrı uç işte. Boynumun üstünde kaotik bir kafa taşıdığımı söyleyen falcıyı, meslek odasına şikayet etmiş, görevden men ettirmiştim.

Kompliman…
Kompliman bana bir savaş terimi gibi geliyor. Cenevre Konvansiyonunda sanki tanımlanmış; harpte ve sulhta tarafların uyması gereken delikanlı bir savaş kuralı gibi. Sanki esir ordu komutanlarının rütbesini tanımak gibi bişiy… bişiy gibi… Bu yüzden pek itibar etmiyorum komplimanlara. Ve o “kompliman diil bunlar gerçek” dedi. Gülümsemem gerekiyormuş. Neden? Yüz kaslarım benden bağımsız çalışıyorlardı o an… Vücudumun her bir parçasının benden bağımsız bir kişiliği oluyor bazen. Buradan çok kişilikli bir vatandaş olduğum saçmalığına rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Ama bu umurumda olmaz. Yüz kaslarım benden öte benden ziyadeydi… İstesem de gülemezdim ki. Kötü ve fazlasıyla teatral bir oyunculuk sergileyip kahkaha attım. Bununla dalga geçtiğimin elbette farkındalardı. Ya da ben öyle umuyorum. İyi geceler demek çok da mühim diildi aslında…  Hem kompliman diilse de, gerçekse de ne yapabilirdim ki?.. Bu soru işaretinin yanındaki üç nokta, aslında o an ki çaresizliğimi vurgulamak için var, anlaşılıyor mu peki? Bu sonuncusu sadece soru cümlesiydi. Yani diyorum hayatta “gerçek” olan şeyler diyorum, bunlara karşı nasıl bir sorumluluğum olduğunu bilmiyordum. Hala da bildiğimi söyleyemem. Bu konuda bir eğitim almadım, böyle bir aile terbiyem de yok…  Cehaletimi "gerçek"in de bana karşı bir sorumluluk duymayışına verebilirim. ama sanki emin diilim...

Since 1453…
Bu Rumlar çok güzel adamlar esasen. Ama sirtaki yaparak kardeşimin sevdiceğini markeledikleri zaman diil. Bir de koca götlü kadın ayağıma bastığı zamanlarda da diil. Yaşlı bir Yunan önümde diz çöküp iki kere vurdu yere. Bu da komplimanmış. Sadece bakmak iyidir bazen. Ya da susmak. Ya da salak gibi durmak az önce yaptığım gibi… Ama iyi geceler demek sanki biraz mühimdi… Peçete attılar tepemden aşağı. peçeteler için harcanan emeği, kesilen ağaçları düşünmeden hiç bu ince ince emiş gücü berbat hafif sert bir miktar tülü andıran, tülü andırdığı için sanki büyülü kağıtımsı parçasının bir ruhu olup olmadığı… kafamı karıştırdı. Aklım bununla fazlasıyla meşguldü ki aleko, yorgo ya da markos ne fark eder görmedim zatı muhterem’in; elimden tutup sirtakiye kaldırdığını. Kompliman yapmış aleko, yorgo ya da markos ne fark eder görmedim zatı muhterem. Kardeşimin sevdiceğini markeliyorlardı… İyi geceler demek, iyi bişiy diildi sanki. Koca götlü kadın mütemadiyen ayağıma basıyordu. Acıdan ve öfkeden tam “since 1453” diye bağıracaktım ki peçete yağdı tepemden, susup baktım. Yine yalnızca. Peçetenin ruhu varsa ve düşüyorsa o da benim gibi, sanki o düşmüyor da uçuyor gibi, süzülüyordu… Peçetenin ruhu, ruhuma nispet yapıyordu. Peçetenin ruhunun ruhuma kastı vardı sanki… Benimkisi daha sert düştü… İyi geceler demek çok saçma bişiydi ulan…

Eski sevgiliyle karşılaşmak gibi…
Rembetiko dediğin öyle sabahlara kadar sürmeyebilir. Anlatılan senin hikayen de olsa. Ki benim hikayemi sorsanız, tek kelime bile etmeyebilir, köle pazarında. Köle pazarı niye geldi aklıma bilmiyorum. Ama rembetiko ya mevzu, göçmen halklar yani ki zorunlu sürgünler… köle pazarının tüm bu olanlarla ne ilgisi var?..  sabaha kadar sürmeyebilir bazen rembetiko dediğin. Ama ben sabaha kadar sürebilirdim. Bu kadar çok susarken nehirler gibi uzadığımı hissediyorum. Uzamak deyince ister istemez volta almakı soslayıp, üç beş parça rokayla servis ediyor, beynimin en avam hücreleri. Volta almak pek avam bi laf. Ama severim kafam güzelken, volta almayı…

çatı katı…
bu kaybedenler niçin hep çatı katı, tavan arası bodrum gibi yerlere konuşlanır ki… Gittik. Bir vakit bir eski sevgilim, beni bu kadınla aldatmıştı. Kadın gelip bana anlatmıştı, ben hiç merak etmezken. Hatta bilmeyi istemezken. Bilmesem ne değişirdi bugün, diye düşünmemek de bi acı… Sonra biz kadınla “dost” olmuştuk. Bu kadın hep benim eski sevgilim olarak kalıcak. Gördü beni. Sarıldı sıkıca. Eski sevgiliyle karşılaşmış gibi… kalabalıktı çevresi. Bu gece için ondan medet uman abiler amcalarla… eski sevgilimin nadide hatırası, dört yanı denizlerle çevrili bir ada gibi vaat doluydu. Ilımandı iklimi. İyi geceler demenin aksine çok da önemli bişiy olduğunu düşünürken suçüstüledim kendimi.  Yeni tanıştığım daha doğrusu susmadığım insanlar pek severler beni. Neden bilmiyorum. Bilseydim gece boyunca çekilen fotoğraflarımı da beğenebilirdim. Onlar beğendi, ben beğenmedim nihayet o da beni beğenmiyordu… Elleri ne kadar güzeldi. Parmakları esasen… uzun, temiz… İyi geceler demek hayat kurtarabilirdi aslında…
Güzel kadınmışım, hem de çoğundan. Kakülüm ve kırmızı rujum sebebine Fransız kadınlarına benzettiler beni. Ben duruma fazlasıyla fransızdım zaten, kadınına benzesem ne çıkar. Zekiymişim, çoğulundan… Özelmişim, en hakikisinden. Hakiki dediğiniz mürşit ilimdir, fendir benim bildiğim demedim. Yok bu kez susmaktan, mutsuzluktan ya da salak gibi durmaktan diil. Lüzumlu görmemekten. Diyemedim diil, demedim. Güzel imişim, zeki imişim, özel imişim…  bundan sana ne yahut bana ne… komplimanlarla bir sorunum var zannımca… komplimanlarla asıl sorunum zannımca; aslında bir tek o'ndan duymayı arzularken bunları bi yığın gereksiz adamın söylemesi... evet sorunum bununla. böyle durumlarda hayaligücümkardeşim'in dimağı korku filmlerine malzeme olabilecek nitelikte ucuz şiddet sahneleri örgütlüyor... susmak yine bir çare, bir olgunluk belirtisi olarak kendine yer buluyor.

O... O'nu... O'ndan... O'na... O harfi yahut üçüncü tekil şahıs, sanıyorum tanrıdan sonra benim için ilk kez çok yoğun şeyler ifade ediyor...

iyi geceler demek bazen hayata döndürebilir esasında… elbet, diyen için...
Bir mail atması gerekiyordu bana. O'nun; zatı şahanemin... Yani atsaydı hemen, eve gider gitmez hatta… bişiydi bu. Bişiy gibi mutlu… bişiy gibi güç verici dayanmak ve katlanmak hususlarında…

iyi geceler demek bir gereksiz  kusurlu hareketti aslında.

"hadi insafa gel... fazla nazlanırsan derdimden öleceğim..."
http://www.youtube.com/watch?v=Se-2TR7YNKQ


*yep aynen. aynı eleman bunu da arşivlemiş, ben de huzurlarınıza çıkarıyorum. çok bi skimmiş gibi