31 Ekim 2011 Pazartesi

ez mirım mirım...

van'ı anlatmak için oturdum yazıya ama Yunus için açılmış facebook sayfasını gördüm. düğüm düğüm boğazımda sözcükler. van, katıksız acının adıdır bugün. yerkabuğunun cinnet-i ruhiyesi... kişinin dünyasının başına yıkılmasıdır deprem.

Yunus enkazdan çıkarılırken “ez mirım mirım” diye mırıldanıyor ve etraftakiler “ne dediği anlaşılamadı” diyorlar... “ölüyorum ölüyorum” demekmiş “ez mirım mirım” silinmeyecek hafızamdan...

Hepimiz onu o fotoğrafıyla hatırlayacağız. –mezarlıklarla ölülerle ilgili efsaneler dinler korkardık çocukken. Yunus’un üzerine kapanmış bir ceset vardı. Eli, Yunus’un omzundaydı. Korkmamak için belki şarkı söyledi- Nüfus cüzdanı dışındaki tek fotoğrafının bu olduğu söylendi. Sonra arkadaşları onun adına bir facebook hesabı açtılar. Yunus yine bir internet kafede bilgisayarın kamerasıyla birkaç fotoğrafını çekmiş. Yok başka fotoğrafı. Olan üç dört taneyi de kendi çekmiş işte. Fotoğrafsız bir çocukluk ne demektir bilir misiniz? Yoksulluktur. Yoksunluktur.
Büyük yalnızlıktır. Onların “anı” diye saklayabilecekleri özel an’ları yoktur. İhmal edilmiştir onların çocukluğu. Ziyandır. Doyması gereken bir gırtlaktan başka bir şey değildir fotoğrafsız çocukluklar.  Hiç bir önemi yoktur onların yaş günlerinin, diploma törenlerinin, kişisel tarihlerinin… Onlar yüzlerinin coğrafyasının yıllar geçtikçe nasıl değiştiğini bilemezler, gözlemleyemezler. Kazara kalabalık bir fotoğraf çekilecekse en sondaki yarım yüzlü çocuktur onlar. Fotoğrafa sonradan iliştirilmiş gibidirler. Bi zaman sonra o çocuklar kendi fotoğraflarını kendileri çekerler pc kamerasıyla ya da cep telefonuyla. Çünkü onları o an’da, saklamaya korumaya çalışacak sevenleri ya yoktur ya da pek azdır. Kendi fotoğraflarını kendileri çekerler ve “biz” onlarla “apaçi” diye dalga geçeriz.

Yunus, bu “apaçi” fotoğraflarından birinin altına “sen sevmeye de sevilmeye de layık değilsin VEFASIZ” yazmış. Onüçünde kalp yarası nedir bilmiş Yunus. Kim bilir nasıl sevdi, nasıl kırıldı, niye küstü acaba… Kızın saçını çekti belki“seni seviyorum” der gibi. Olur olmaz dalaştı kızla. Derste öğretmeni dinlemeyip kıza baktı, hülyalara daldı belki. Eli de yanağındaydı mutlaka. Sırıttığına da eminim. Sonra öğretmeni okuma parçasına “Yunus sen devam et” dedi. Yunus bilmiyor ki ne okunuyor, arkadaşı hangi paragrafın hangi satırında kaldı türkçe dersinin. Cetvel yedi eline belki bu yüzden. Belki de tek ayak üstünde yüzü duvara dönük bekletildi. Sıkılması, dengede durmaya çalışması neyse de kıza rezil oldu, o kötü. Allah’tan sırtı sınıfa dönüktü de kızın bakışlarını görmedi, bir bununla rahatladı Yunus. Evine kadar uzaktan peşinden gitti belki. Kız dönüp dönüp arkasına baktı, tatlı tatlı gülümsedi belki. Belki de "ne var be" diye çemkirdi. üzüldü Yunus. "sana ne senin mi bu yol. ben de o tarafa gidiyom" diye üste çıkmaya çalıştı.  Kız altta kalmadı belki "bizim evin yolu burası" dedi. Yunus alaycı "yok ya tapusu sende mi. Allaan yolu" dedi belki de. Hiç açık etmedi boyundan büyük sevdasını. Belki de “Yunus sana arkadaşlık teklif ediyor” diye haber saldı bir arkadaşıyla. Kimse o küçük kız, bilsin ki Yunus, onu sonsuza dek sevdi.  kırgınlığı da sonsuza dek sürdü ama… Bunu da bir Yunus biliyor. Kalbinde babasına duyduğu korku ve sevdiğine duyduğu kırgınlıkla gitti  işteYunus… Gitti, hikayedeki balinanın karnına.