19 Haziran 2011 Pazar

TIRNAKLARIMI SÖKTÜM BUGÜN BÜTÜN GÜN

Bacaklarımın arasından tabutlar sızdığını gördüm. Yemin ederim gördüm dedim. Dalga geçtiler benimle. Artaud’nun Kan Fışkırması’ndan esinlenme bir imgeydi belki. Ama hala gördüğüme yemin edebilirim. İnanmasanız da…

Bir kadının; unutulmuş, sevilmemiş, kırılmış bir kadının saçlarını kazıtmasından daha doğal ne olabilir ki dedim. Gülümsemekle yetindiler, olgunlukla karşıladılar sağ olsunlar. Ama ben yemin edebilirdim yine de; doğal olan, o kadının uzun ve siyah saçlarını, umutsuzluğunu kendine ayna yaparak kesmesiydi… Ya da siz daha iyisini bilirsiniz.

Unutulmuş, sevilmemiş, kırılmış ve saçlarını kazıtmış bir kadının, bir hayvan vardı içinde. Yaralı ve yırtıcı bir hayvan… Hiç susmuyordu, sürekli böğürüyor, uluyordu. Ve can çekişiyordu acıdan... Debelendikçe pençelerini  iç organlarına geçiriyor, kadının içini deşeliyordu... Kadın hemen yanınızda duruyordu, susuyordu, konuşmuyordu, sızlanmıyordu, gülümsemiyordu ama ağlamıyordu da. İçinde acı çeken ve yaralı ve de yırtıcı bir hayvan vardı. Av yasağı koydu söz sahibi insanlar…

Bir kadının göğüslerini kesmesinden daha iyi bir protesto olamaz dedim, yuhaladılar. Ben de gittim her birinin memelerine biber sürdüm. Yavru kediler bir an önce sütten kesilsin diye. İnanıp inanmamak size kalmış…

Sevdiklerine sadece tırnaklarıyla tutunan bir kadının, bir gün, onları genellikle kırmızıya zaman zaman da laciverte boyamaktan vazgeçmesi intihardır dedim. Abarttığımı söylediler. Kadın en sevdiğinin etine geçirmişti tırnaklarını, her gün boyuyordu onları. Genellikle kırmızıya zaman zaman da laciverte. Önce boyamaktan vazgeçti. Sonra bütün gün tırnaklarını söktü, tek tek, yavaş yavaş ve özenerek. En sevdiğinden söküldü kadın, o öldü... Evdeki bütün ağrı kesicileri çocukların ulaşamayacağı yerlerde muhafaza ediyordu anneler…
En sevdiğiniz ölünün rüyanıza bari gelmesini istiyorsanız, tırnaklarınızı sökün ve yastığınızın altına koyun dedim, ters ters bakıp, cıkcıkladılar. Bu kadarı da fazla der gibi yaptılar. Sözümü dinleselerdi, en sevdikleri ölü rüyalarına gelecek ve onları gözlerinden öpecekti. Çok şey kaybettiler. O halde karışmayalım, özlemekle yetinsinler… Ya da belki sizin çok daha iyi bir öneriniz vardır, her zaman olduğu gibi...

Tüm kutsal kitaplar, yasaklı kitaplarımla birlikte mahalle fırınında yakılmıştı. Ben bu yüzden nasıl ibadet etmem gerektiğini bilmiyordum. Tüm bir mahalle, benim kitaplarımdan beslenen ateşte pişen ekmekleri yediği için bu kadar inançlı insanlar haline gelmişlerdi. O ekmeklere yetişemedim. yetişemediğim için artık bir kutsalım yok dedim, camın önüne ekmek kırıntısı koymaya başladı annem. Yine de tanrı bana onu daha fazla sevebilmem için izin vermedi...

Bildiriler dağıttım tanrı beni terk etti diye. İmza topladım yeniden sevsin diye. Sürekli karanlık için bir dakika aydınlık eylemleri örgütledim. Karanlıkta yollarımız daha sık kesişiyordu sizinle. Aynı ıslığı çalıyorduk, gözlerimizin büyüklüğü aynıydı, adımlarımız eşit derecede ürkekti karanlıkta... Polis çağırdınız. Tekme tokat sürgün edildim hayallerimden. Ama yine de siz neylerseniz güzel eylersiniz, diil mi?..

Şimdi bir sürgün masalından yazıyorum bu satırları size. Yanı başımda Nazım, saman sarısı bir hayalle yaşlanmakta. Vera dedikçe ben, Nazım’ın yüzünde yeni bir çizgi daha beliriyor. Sürgünde geçen her günüm için bir çentik atıyorum yüzüne, şiirine… Her bir çentik, ömrüme devrilen bir çınar… Size dalından kopan bir yaprağın ama her hangi bir yaprağın, kopmadan hemen önce çıkardığı sesten bahsetmiştim. Hatırlamazsınız tabii. O'nun unuttuğunu hatırlayıp da niçin kirletesiniz ki hafızalarınızı. Sizi anlıyorum ve bu çabanızı onaylıyorum… Bir yaprak ama her hangi bir yaprak, dalından kopmazdan az evvel ağrılı bir ses çıkarıyor; kırılan bir boyun gibi, sapanla avlanan bir serçe gibi, kalp krizi geçirir gibi… Belki sonbahar bu yüzden ağrılı bir mevsimdir. Belki sürgün bu yüzden ağrılı bir coğrafyadır… Bunun için de yemin edebilirim. Hem de iki ayağım yere basarak. Ellerim tuzun ve kor kutsal kitabın üzerinde… Gözlerimi hiç kaçırmadan… Ama siz yine de bana inanmayın… ,