arkası bi ara kuşağı birinci bab
Çok değil bundan yüz bin on milyon yıl evvel… Hadi fi tarihinde… Adı, uyanık dolandırıcıların define avcıları
için hazırladığı atmasyon haritalarda geçen diyarlardan birinde Künnebaz adında,
kara ilimlere gark olmuş lakin damar damar gözakından alem-i işretin de
gediklisi olduğu anlaşılan, yaşı desem ki iki yüz yirmi on dokuz sekiz amma
öldüğünü unutmuş pusula tamircisi bir koca adem yaşardı. Kalbi çinko karbon pildendi.
Ki o vakitler ne elkimya karbonu çözmüş, ne çinko bulunmuş ne de pil icâd
edilmişidi.
Künnebaz bir rahimde döllenmemişidi. Ne anası ne babası… rakıya
methiyeler düzüklediği akşamcı ahbaplarından başka kimsesi yokidi. Onlar da
işkembelerini üç bilemedin beş kadehle doldurdukları vakit sırra kadem
basarlar, Künnebaz’ı masada bir başına bırakırlardı. Bu gece de öyle olmuş, Künnebaz gözleri şeşbeş olmadan evin yolunu topuklamıştı.
Bir “kün” emriyle olmuştu
Künnebaz ve muhakkak içiyle bildiği bu bilgi yüzünden “amin” yerine “olsun”
derdi her duanın sonunda. Dua ettiği de yoktu ya, neyse…
Eli titrek, bakışı titrek, lakırdıları titrek bu adamı Dörtdöndü adında kör
bir haritacı uydurmuşidi. Dörtdöndü vaktiyle, Konstantinepolyana’dan uzak ummanlara
açılıp, el nazar iz değmedik yeni coğrafyalar keşfetmeye ve öküzün boynuzunda
döndüğü söylenen küre-i arzın hududunu bilmeye adamışidi kendini. Bir gün, koca
ummanda yakalandığı bir fırtına sebebine küre-i arzın küre biçiminde olmadığını
bizzat tecrübe eyledi. Çünkü eğer alem, yuvarlak olsa idi fırtınada, Dörtdöndü
gözlerini kaybetmeyecekti. Bu neticeye nasıl vardığı hala muamma. Padişah
fermanıyla sorulup soruşturulması, mevzu hakkında iki çift lakırdı edilmesi
yasaklanmış bir muamma. Biz de ol sebeple bilemiyoruz. Lakin o günden sonra
dünya Dörtdöndü’nün göz çukurlarında, iki ayrı küre olarak seyrüsefer
eylemekte. Bir, bunu biliyoruz coğrafya külliyatımızdan.
O belalı günden sonra Dörtdöndü, Konstantinepolyana’ya doğu kapısından
gözsüz ama yine sağ selamet girip de “alem
yuvarlak değil, öküzün boynuzunda hiç değil. Alem şeffaf” diye naralar
attığında derhal Sultan dördüncü Beş’in, altı fedaisi tarafından karga tulumba
yedi kule üstü şişhane zindanlarına götürüldü. Türlü işkencelerden geçirildi.
Susması tembih edildi. Mevzu hakkında konuşacak olursa, tüm bir ailesi öküzün
boynuzu ile tehdit edildi. Zaten yediği vurgun sebebine iki kalas bir heves
kalmış gemisine el konuldu. Dörtdöndü ömrünce
Konstantinepolyana’dan dışarı çıkmamak kaydıyla salıverildi.
Ve Dörtdöndü, bundan sonra olmayan diyarların hayali haritalarını çizip,
pek olmakla beraber aç gözlü define avcılarına satarak hayatını idame ettirmeye
başladı. Maksadı elbette kendisi gibi başka başka kaşiflerin, definecilerin,
deniz korsanlarının, çocukların ve bilumum ademoğlunun küre-i arzla alakalı
sırra kaim olmasıydı. Lakin Dörtdöndü’nün çizdiği haritaların izini sürenler
geri gelmiyordu. En kötü kazıklandım diye hesap sormaya gelirlerdi. Dörtdöndü’nün
sırtındaki libası almaya, kaşını yarıp gözünü morartmaya. O da yok… Haritalara çizdiği coğrafyalar, yedi
iklimler, pusulacılar dervişler seyyahlar… Hepsini uydurmuştu Dörtdöndü. Adem’in
hakikate erebilmesi için şu yoldan bu yoldan kulak arkasından, dolambaçlı
engebeli sarp yahut en doğrusundan, kestirmeden kendi gemisinin vurgun yediği
yere gönderiyordu gidenleri. Ya kurtulamıyorlar, gemileri batıyor ve mevta
oluyorlardı ya da Dörtdöndü’nün hayal alemi yutuyordu gönderdiklerini. Ölseler
muhakkak duyulurdu. O vakit, her biri
emelinde muvaffak olup, uzaklarda varsıl bir hayat yaşıyordu. E o da duyulur!?.
Hiç olmazsa Dörtdöndü’nün namına yarar, işleri açılırdı. Öyleyse?..
Müşterilerinin akıbetini ölesiye merak ediyordu…
***
Künnebaz, o geceyi cin devşirerek geçirmişti. Cinleri arasında huysuz mu
huysuz bir tanesi vardı ki Künnebaz, asabiyetten neredeyse üzerine kaynar sular
döküp yok edecekti onu. Dörtdöndü idi bu cinin adı.